|
HBugün Alman okullarına giden 600 binden fazla Türk
öğrencisi mevcuttur. Malesef bu öğrencilerin büyük bir
bölümü, şu veya bu sebep neticesi, okullarda Türkçe
derslerinden mahrumdurlar. Geri kalan Türk
öğrencilerinin aldıkları “Türkçe Dersleri” ise, tarifi
imkansız vahim bir vaziyet sergilemektedir. Türkçe adeta
“karanlıkta bırakılmış” veya “ölüme terk edilmiş” bir
haldedir. Siyasi yetkili ve etkililerin hemen hemen her
konuşmalarında; Türkçe’nin mühim bir dil olduğunu, Türk
çocuklarının Anadilleri Türkçe’yi mutlaka öğrenmeleri
gerektiğini dile getirmeleri de hiç bir mana ifade
etmemektedir. Günümüzde siyasetcilerin -etkili ve
yetkili- makam ve mevkide bulunanların ne dedikleri ve
esas neyi kas ettikleri pek belli de olmuyor. Almanya’da
yaşayan Türk Toplumu arasında, Alman siyasetinde etkili
ve yetkili konumda olanlar için; “onlar sağ gösterip sol
vururlar” diye bir kanaat da gittikçe yaygınlaşmaktadır.
Neticeye baktığımızda, bunun böyle olduğunu görmek için
kahin olmak da gerekmiyor.
Geçtiğimiz günlerde, şahit olduğum bir manzara, bunun
böyle olduğunu adeta ispat eder durumda idi.
Yaklaşık 900 Türk öğrencisinin Alman okullarına gittiği
Dinslaken’de, Türkçe öğretmeni, beni Türkçe dersini
dinlemek maksadı ile okula davet etti. Günlerden Cuma,
vakit öğleden sonra,saat 15.00 civarında ve mevsim ise
kış. Yani hava çabuk kararmakta. Bölgemizdeki okullar
sabah saat 8.00 de başlar ve öğleden sonra 14.00
civarında ise paydos ederler.
Bu ziyaretinde bulunduğum okul, şehrin en kalabalık
öğrenci gurubunun ders gördüğü Lise (Gymnasium), Orta
Okul (Realschule) ve Mesleğe Yönlendirme Okulu’nun
(Hauptschule) yanyana olduğu büyük bir Eğitim Merkezinde
( Schulzentrum) bulunmaktadır. Bu Eğitim Merkezinde
yalnız Orta Okula 86 Türk öğrencisi (6,4%) devam
etmektedir.
Benim ziyaret gittiğim gün, yalnız Orta Okula giden Türk
öğrencileri için Türkçe dersi varmış. Okula vardığımda,
temizlikci kadınlar koridorları siliyorlardı ve sınıflar
ise çoktan kikitlenmiş vaziyette idi. Türkçe dersi
verilecek sınıfın kilitli kapısını Türkçe öğretmeni açtı
ve birlikte içeriye girdik. İçeride, derse katılacak
Türk öğrencilerini beklemeye başladık. Aradan çeyrek
saat geçmesine rağmen ortalıkta kimse yoktu. Bunun
üzerine öğretmen, öğrenci aramak için okulun bahçesine
dışarıya çıktı. Aradan beş on dakika geçmişti ki, o bir
kaç öğrenci ile birlikte tekrar sınıfa girdi. İçeriye
girenlerden 5 tanesi kız, 1 tanesi ise erkek öğrenci idi.
Çocuklar ağızlarında sakız veya çikolata vari birşeyler
onları geveliyorlardı. Öğrencilerin gayet isteksiz bir
vaziyette oldukları da her hallerinden belli oluyordu.
Böyle bir halde de yerlerine oturdular. Öğretmen onları
ayağa davet etti ve birlikte „tünaydın” dedikten sonra
her biri tekrar yerlerine oturdu. Türkçe öğretmeni
öğrencilere; derslerinizi (dosyanızı) açın dediğinde,
bir kısım öğrenciler, biz dosyalarımızı evde unuttuk
diye karşılık verdiler. Allah’dan ki, bir ikisi
dosyalarını yanlarında getirmişlerdi. Öğretmen
öğrencilerin içlerinden birine dersi okumasını ve
diğerlerinin de onu takip etmeleri söyledi. Bunun
üzerine, Türkçe okumaya başlayan öğrenci bir iki
cümleden sonra, kelimelere takıldı. Okumasını keserek,
bu kelimelerin ne anlama geldiğini hem öğretmenine ve
hem de öğrenci arkadaşlarına sormaya başladı. Çocuk
Türkçe okuyor fakat, manasını anlamıyordu. Nitekim hep
birlikte o kelimelerin önce “Almanca” karşılığı bulundu
ve sonra da Türkçe manası izzah edilmeye çalışıldı.
Vaziyet, “Anadil Türkçe” değilde, sanki Anadil Almanca
imiş gibi gözüküyordu. Açıkcası, Türk çocukları
Almanca’yı kendi öz Anadilleri Türkçe’den daha iyi
biliyorlardı.
Dersin başlamasından yarım saat geçmeden çocuklar
mazaret beyan ederek, eve gitmek için öğretmenden izin
istemeye başladılar. Böylece, bir anlamda, ders
başlamadan bitmiş oldu. Zaten derse 7. ve 8. ci
sınıflara mensup toplam 12 öğrencinin gelmesi gerekirken,
yalnızca derse 6 kişi katılmıştı. Yani öğrencilerin
yarısı Türkçe dersine katılmamış ve mazeretlerini de
bildirmemişledi.
Öğrenciler evlerine gidince, biz Türkçe öğretmeni ile
yine baş başa kaldık. Daha sonra birlikte 9. ve 10.
sınıf öğrencilerine Türkçe dersi verilecek, (aynı alanda)
başka bir okul binasına gittik. Yine kilitli okul ve
sınıf kapısını Türkçe öğretmeni açtı ve birlikte içeriye
girdik. Yine, derse katılması gereken toplam 10
öğrenciyi beklemeye başladık. Heyhat, gele gele bir
öğrenci geldi. Bu sefer de üçümüz birlikte diğer
öğrencileri sabırla beklemeye başladık. Aradan yarım
saat geçti hala kimse yok. Sabırla beklemeye devam ettik.
Aradan tam 45 dakika geçti ve yine öğrencilerden kimse
yok. Artık biz de öğrencilerin geleceğinden ümit kestik.
Bunun üzerine öğretmen, bir öğrenci ile ders
yapamamacağını anlayınca, o öğencisini de eve göndermek
zorunda kaldı. Daha sonra üzgün ve bitkin bir şekilde
bana dönerek derdini dökmeye başladı:
-Bakınız, bugün şahit olduğunuz gibi, kimse Anadilimiz
Türkçe’yi ciddiye almıyor. Türk veliler de Türkçe’ye hiç
ilgili duymuyorlar. Almanlar bu yüzden olacak ki, Türkçe
derslerini normal ders planından çıkararak, öğleden
sonraya attılar. Ayrıca, Türkçe dersi sınıf geçmeye
tesir etmediği, yani katılımı gönüllü olduğu için de,
malesef bir çok Türk Veli (!) çocuğunun Türkçe derlerine
katılmaması için dilekçe de verdiler, işte benim endişem
ve üzüntüm budur dedi.- Ah! o üzüntü bende yıllarca
mevcut diye, kendi kendime içimden sızlandım.
Belki de Türkçe öğretmeni beni, aylarca veya yıllarca
çektiği sıkıntılarını, korku ve endişelerini anlatmak ve
„Türkçe Anadil Dersleri” ve onun içler acısı vaziyetini
yakından göstermek için okula davet etmiş idi.
Evet, şahit olduğum manzara tahmin ettiğim kadar vahimdi.
Toplam 86 Türk çocuğunun devam ettiği okulda, nerede ise
yarısı Türkçe dersine girmemek için dilekçe verimişti.
Türkçe dersine katılması gereken öğrencilerin büyük bir
bölümü ise, mazeretsiz okula gelmemişlerdi. Bu vahim
vaziyet Dinslaken’nin diğer okullarında da aynı idi.
NRW- Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti okullarına giden 176
181 Türk öğrencilerinin de ancak yüzde kırkı (40%)
Anadil Türkçe derslerine katıla bilme imkanlarına sahip
idiler. Zannediyorum ki, bu imkanı kullanmayanların
oranı da Dinslaken’deki Türk çocuklarının oranından az
değildir. Hatta korkum o ki, bütün Almanya’da vaziyet
aynıdır.
Netice itibarı ile görünen o ki, bu durumun vahametini
gören bir avuç insan olarak, yıllarca Türkçe
candamarımız, diye feryat etmemiz de bir fayda
sağlayamadı. Bununla birlikte, Alman ve Türk
siyasilerinin, Türk Çatı Kuruluşlarının, - etkili ve
yetkili - makam ve mevkide olanların, Anadil Türkçe çok
önemli beyanatları (!), ve üstün gayretleri (?) de bir
şey değiştirmedi. Aksine her geçen gün durum daha
kötüleşti ve kötüleşiyor. Adete, Türkçe Almanya’da
karanlık günlerini yaşıyor.
Türkçe’yi ve Türk öğrencilerini bu hale getirenler
kimlerdir???
Kırkbeş yılda yok olma eşiğine gelen Adilimiz Türkçe’nin
içinde bulunduğu karanlık günler tekrar aydınlatılmaz,
gerçekten onu korumak ve yaşatmak isteyen bütün taraflar
elbirliği ve işbirliği yapmazlar, her bir etkili ve
yetkili, - dışı hoş içi boş - nutukları bırakıp, taşın
altına ellerini koymazlar ise, korkarım ki; bir kırbeş
yıl sonra Almanya’da okullarda Türkçe derslerinin
verilmesi şöyle dursun, düzgün Türkçe bilen Türk bile
kalmayacak!
Uyan Ey Almanya Türkleri!
Yakup Tufan
|
|