|
Mehmet Şevket Eygi
BİR ülke, bir halk, bir toplum düşünün; üretmeden
tüketmek istiyor, çalışmadan iyi ve rahat bir ömür
sürmek istiyor. Sonu nedir böyle bir ülkenin ve
toplumun?Elbette ki, batmak, iflâs etmek, sürünmek.
Üretmek derken sadece büyük fabrikalarda, atölyelerde,
işyerlerinde yapılan üretimi kasd etmiyorum; genel
mânâda üretimden, üretici olmaktan bahsediyorum.
Bundan elli yıl önce gazetelerde elle çalışan basit ve
ucuz trikotaj (örgü) makinaları ilanları vardı. Ev
hanımlarına "Bu âleti alınız, hem ev halkına bir şeyler
örersiniz, hem de dışarıya iş yapıp birkaç kuruş
kazanabilirsiniz..." deniliyordu. O zamanlarda birtakım
hanımlar bu örgü tezgahlarını alıyor ve boş vakitlerinde
evlerinde çalışıp üretim yapıyorlardı. Bundan dolayı da
iftihar duyuyorlardı.
Şimdi çalışmak, iş yapmak, üretmek, elişlerini parayla
satmak zül olmuştur, utanılacak, arlanılacak bir iş
haline gelmiştir.
Geçim sıkıntısı çeken bir aile reisi hanımına "Sana bir
bilgisayarlı dikiş-nakış makinası alalım. Evde boş
vakitlerde bununla bir şeyler yaparsın, bunları satıp
aile bütçemize bir katkıda bulunursun..." teklifini
yapsa, kızılca kıyamet kopar, hattâ boşanma sebebi olur.
İyi meskenlerde oturulsun, iyi şeyler yenilsin, iyi
elbiseler giyilsin, iyi otomobillere binilsin... Peki
bunlar için bol kazanç gerekiyor. Bu nasıl temin
edilecektir? Çalışmadan, üretmeden, satıp veya hizmet
edip para kazanmadan bunlar nasıl gerçekleşecek?
Son otuz kırk yıl içinde kötü reklâmlar, kötü
propagandalar, kötü medya, kötü eğitim, kötü bir hayat
felsefesi bizi mahvetti.
Namuslu, şerefli, vatansever, haysiyetli, faziletli
politikacıları tenzih eder, ellerinden öperim ama kötü
popülist ve arivist politikacılar bu ülkeye dış
düşmanlardan daha fazla zarar vermiştir.
-Onlar yakınlarını, hemşehrilerini, akrabalarını,
partilerinden olanları -ehil olmadıkları halde-
memuriyetlere, işlere, makam ve mevkilere tâyin
ettirerek bu memleketi batırmışlardır.
-Onlar idare sistemine, gerekenden birkaç misli resmî
memur ve işçi tayin ettirerek devleti ve bürokrasiyi
çökertmişlerdir.
-Onlar bu ülkeyi bir arpalık gibi görmüşler, talan edip
soymuşlardır.
Ülke o hale gelmiştir ki, büyük bir belediye yüz memur
veya işçi alacak olsa, on bin kişi müracaat etmekte ve
seçme imtihanı bir stadyumda yapılmaktadır. İmtihan mı?
O da göstermeliktir. Torpille seçilmektedir alınacak
olanlar.
Vatan haini alçaklar bu millette teşebbüs-i şahsî (kişisel
girişim) zihniyetini öldürdüler. Herkes memur olmak
istiyor, herkes işçi olmak istiyor. Kendi şahsî
teşebbüsüyle, gayretiyle, hırsıyla çalışıp, üretip
zengin olmak istiyen kalmadı gibi.
Tembellerin hayat felsefesi şöyledir: Az zahmet çok para,
haftada iki gün tatil, yılda bir ay izin, öğlen yemeği,
ikindi çayı, emeklilik, bol avanta... Bu zihniyetle bir
ülke kalkınabilir mi, yükselebilir mi?
Yetmiş milyonluk şu halk birkaç kesime ayrılmıştır:
1. Onbeş yirmi milyon vatandaş fakr u zaruret içinde
kıvranıyor. Çöplüklerden kuru ekmek toplayanlar, erzak
paketlerine saldırıp birbirini ezenler, ucuz ekmek
kulübeleri önünde yüz metrelik kuyruk yapanlar var.
2. Birkaç on milyon insanımız orta halli, bazısı zar zor
geçinip yuvarlanıp gidiyor.
3. İki milyon kadar vatandaşımızın tuzları kuru, hatta
kupkuru, keyfleri kekâh. Bir elleri yağda, bir elleri
balda. En büyük dertleri, fazla tıkınmaktan, iyi şeyleri
bol bol yemekten dolayı semirip şişmanlamak. Kilo vermek
için neler yapmıyorlar ki...
4. Birkaç bin kişi ise süper zengin olmuş, süper bir
hayat yaşıyor, süper kazanıyor. Rant, repo, faiz, banka
hortumlama, dalavere alavere, spekülasyon. Bunların
içlerinde ayda yetmiş beş bin dolar maaş alan, bir
yerden ötekine geçerken doların milyonuyla transfer
ücreti kapan adamlar var. Bu dördüncü zümre, sayısının
azlığına rağmen ülke gelirinin yüzde altmışını cebe
indiriyor.
Türkiye'nin ziraati, hayvancılığı çökmüş vaziyette.
Dışarıdan ekmeklik buğday satın alıyoruz. Şu koskoca
ülkeye yabancı ülkelerden kavun, karpuz, biber, domates
bile ithal ediliyor. Her tarafımız deniz, biz dışarıdan
balık getirtiyoruz.
Ülke baştan başa yüz binlerce kahvehane ile dolmuş.
Kitap okuyan yok, kütüphane yok, kültür yok, sanat yok
tembelhâne çok.
Kırsal kesimde bağlar, bahçeler, tarlalar bakımsız.
İçmeye ayranı olmayanlar Amerikan sigarası fosurdatıyor.
Televizyonlardaki reklâmlara bakınız; Türkiye'nin
battığını, bittiğini kolayca anlarsınız.
Kiralar, ücretler, vergiler, katma değer vergisi, yakıt
fiyatları, sigortalar o kadar yüksek ki, bu şartlar
altında işyeri açmak, birşeyler üretip satmaya çalışmak
cinnet olur.
Dünyanın öbür ucundaki Çin bize binlerce çeşit mal
gönderiyor, bir yığın nakliye ve gümrük ödüyor ve bizim
burada yaptığımız maldan daha ucuza satıyor.
Delikanlı, dar gelirli babasını sıkboğaz ediyor:
-Baba, bana para ver, iyi bir elbise ve ayakkabı alayım,
arkadaşlarımdan utanıyorum... diyor. Babasının parası
yeterli değil, ne yapsın?
Gelinlik kız hoppa, o da babasını sıkıştırıyor, ille de
para, ille de süs, ille de takıp takıştırma...
Ucuz olduğu için Lada otomobiline binmek istemiyor kimse.
Herkesin aklı fikri, lükste, gösterişte, fiyakada...
Elinde imkân ve para olan har vurup harman savuruyor.
Olmayanların da içi yanıyor, ah elime para geçse de ben
de lüküs, ben de parlak bir hayat yaşasam diye.
Herifin biri zengin oluyor, ilk işi çocuklarının çilekeş
annesi, çilekeş eşini, yirmi yıllık karısını buruşuk bir
kağıt mendil gibi atıp onun yerine taze ve fıkırdak bir
...... almak için harekete geçmek oluyor.
Adam bir milyon dolar kazanıyor ve bu parayla bilmem ne
tepe köşklerinde üç katlı bir saray yavrusu satın alıyor
ve tabiî sermayesiz kaldığı için batıyor.
Sersemlik, beyinsizlik, magandalık, zontalık, fısk,
fücur, gurur, kibir almış yürümüş. Yokuş aşağı freni
patlamış bir otomobil gibi iniyoruz. Uçaktan paraşütsüz
aşağıya düşüyoruz.
Topluma nasihat edecek, onu toparlayacak büyük kişiler,
köklü kurumlar da kalmamış. Birkaç kişi olsa bile
onların ağırlığı yetmiyor.
Müslüman bir ülkeyiz ama İslâm'ın temel prensiplerine
arka çevirmişiz. Dindarlarımız da genellikle şaşırmış,
dağıtmış.
"Şu parti iktidara geçerse memleketi, milleti, devleti
kurtarırmış..." Olmayacak dualara âmin deyip duruyoruz.
İliklerine kadar hasta bir toplumu hiçbir siyasî iktidar
kurtaramaz. Zaten siyasî iktidarlar, kendilerini seçen,
işbaşına getiren toplumlara benzer.
e-mail: mseygi@milligazete.com.tr
30.03.2003 Milli GazeteZaman
|