M.Ö.220 ~

ana sayfa
Giris
Tarih
Cografya
Din-Dil
Kültür-Sanat
Ekonomi
Insan Haklari
Milli Mücadele
Düsünceler
Baglantilar
Irtibat

E-mail


Gün bitti, hüzün bitmedi
 

            5 Mayıs 2009 Türkiye’nin Bilge köyünde 44 kişi hunharca öldürüldü.. 17 yaralı…

            Bütün halk, bu hale gelmenin nedenlerini araştırıyor, psikologlar, sosyologlar, olayın her yönüyle boyutlarını araştırarak, hastalığı doğru teşhis ederek acil şifa arıyor, doğru sağlam fikirler, öneriler ortaya koyuyorlar. Ben de onlar ile hemfikirdeyim.

            Karınca kararınca iki şey (iki fikir) eklemek istiyorum:

            1) 44 kişinin hunharca katledilmesinde, Türkiye’yi parçalamak isteyen dış güçlerin hem payı var, onlar Türkiye’yi karıştırmasalardı, köy korucularına gerek duyulmazdı.

            2) İdam cezası, hiç de benim bir insan olarak istediğim bir şey değil ama kanunların caydırıcılığı açısından, mesela: İnsan öldüren idam edilir, bir kanun çıkartılsa insanın insan öldürmesi azalır mıydı diye düşünüyorum. Her gün sudan sebepten insan öldürme haberleri.. 6 Mayıs 2009 bir üniversite öğrencisi otobüste horladı diye 80 yaşındaki adamın boğazını kesiveriyor.

            Bundan bin sene önce Dünya insanının yarısının Türk olduğunu yazıyor Kaşkarlı Mahmut.

            Geçen sene Times dergisi 50 sene sonra Türklerin sayısında bayağı azalma olacağını yazıyor.

            3) Bazı ülkeler filmlerini, insanlarını tanıtmak ve terbiye etmek için yaparlar çok hallerde. Mesela; bir Hint filmi bir katil ya da bir kötünün yaptığı kötülüğün cezasını nasıl çektiğini yazar, gösterir.

            Gerçi bizim Şaban filmimiz de dolaylı yollar ile halkımızı terbiye etmeye çalışıyor. Mesela; Şaban 28 kişiyi öldüren katilmiş haberi yayılırken, mahkumlar onun elini öpüp, saygı göstererek baş tacı ediyor… Bu filmin asıl mesajını doğru alamayanlar da çıkabilir.

            Çocuklar film artistlerini severler, onlar gibi olmak isterler. Üstelik o film artistinin oynadığı kahramanı daha da severler.

            Mesela; Tarık Akan’ı severler, o bir filmde meyve suyuna, rakıya su katan bakkalı (“Kardeş”) canlandırırsa, hem de film icabı kahramanı olursa, seyirciler bu gibi olayları taklit etmez diyebilir miyiz?

            Hülya Koçyiğit bir filmde kocası uyurken baltayla öldüren bir kadını canlandırıyor. Hülya çok sevilen bir kadın. Herkes onu örnek almak ister. Onun yerine filmimizde kadınlara mahkemeye başvurma yollarını öğretsek olmaz mıydı?

            Ülkemizde bir defalık futbol oyunu için yorumcular televizyonda nasıl yorum yapar, Çin’de bir film dağıtılmadan (piyasaya sürülmeden önce) öyle yorum yaparlar. Mesela filmde falanca eliyle yemek yemiş; bu bizi uluslararasında küçük düşürür, mutlaka eline çubuk ya da kaşık tutuşturulması lazım…. demişçesine…

            Maalesef halkımızı terbiye etmeyi değil, para kazanmayı, şöhret olmayı, gerçekleri ortaya çıkarmayı değil, Nobel-mobel ödülünü kazanmayı amaçlayan yazarlarımız da yok değil!

            4) Eğitim! Her yönden bütün halkımız eğitilmeli, Dünya boyunca en kardeş canlısı insanlarız.

            Osmanlının da üç kıtada hakimiyet kurabilmesi, onun sadece silah gücünün üstünlüğünde değil. İnsanlara verdiği değer, insanların dinine, namusuna, insani haklarına gösterdiği saygı, adil kanun, güzel ahlak, fazilet, eğitim, hoşgörü, sevgi…

            Bir yandan ülkemizden çok dolar milyoneri çıktı  diye övünürken, bir yandan köylerimizde yol yok, doğum yapmakta olan kadınları karlarda süründürüp taşıyoruz.

            Ülkemizin her köşesi, taşı toprağına aşığız şarkısı, şarkı üzerinde kalmaması lazım…

            Başka ülkelerde devlet planlama, ülkenin en kenar köşe köylerini modern şehre çeviriyor. Biz neden ikinci bir İstanbul inşa edemiyoruz?

            Çanakkale olabilir ya da başka bölge, hatta kanal kazarak yeni İstanbul yaratabiliriz.

            Mühendisler çıksın! Kimde ne kadar bilgi, yaratıcılık, marifet var, onların ortaya çıkmasına imkan verelim, herkes hüner marifetini sergilesin.

            Almanya’nın köylerini, şehirlerinden daha da cazip gördüm. Zenginler şehirlerindeki araba, uçaklarını bırakıp, köyde at binmeye başlamışlar.

            Onlar İkinci Dünya Savaşı’nda ağır yenilgiye uğrayan ülke. Diyorlar ki; “Acımızı güce çevirdik, kendimizi değil, ülkemizi düşündük…”

            5) Üretim….    Çin emalara masaj yaptırıyor. 90 yaşındaki bir nineye saman şapka ürettiriyor. Her köyün bir şeyler üreten fabrikaları olmalı, devlet bunların güvencesi olmalı… kolaylık yaratmalı…

            Diş temizleyen kürdan, peçete, naylon poşetten tut, ta motorsiklet, araba her şeyi Çin’den alır olduk.

            1985 Türk insanı Dünya insanının 1/20’sini teşkil ediyor. Türkiye’de altın dünya altınının 1/6’sını teşkil ediyordu. Türkiye’nin kişi başına geliri 2600 dolar, Çin’in ise 30 dolar idi.

            1985’ten itibaren Çin malları ıvır-zıvırlar Türkiye’ye aktı. Türkiye’nin altın dolarları Çin’e aktı, akıyor…

            Türk iş adamı 30 liradan gömlek hazırlıyor, onun kopyasını Çin getirip 3 liradan satıyor. Neticede Türk iş adamı iflas ediyor, fabrikasını kapatıp Çin’den mal getirip satan birisi oluyor. Böylece olay kartopu gibi büyüyor.

            Bir yandan Doğu Türkistan’ı bir yandan Türkiye’yi sömüren Çin, şu anda sanayi ülkesi durumuna çıkıyor. Türkiye’yle tavuk firması diye dalga geçmeye başladı.

            Burada yanlış yaptık. Çin işçisinin 2 günde yaptığı saati, Türk çiftçisinin bir senede ürettiği buğdaya, zeytinyağına değiştik.

            Şu anda Çin’e bol bol Bor madeni veriyoruz, halbuki bunu kendimiz biraz çalıştırsak 15’ten 50 misli kadar yüksek fiyata satma imkânımız var.

            Üretimde gerçek üretim yapalım… Mesela birileri televizyon, buzdolabı yapıyor. Dış sandığından başka iç malzemeleri hepsi Çin malı. Malzemeleri Türk insanı üretse, bir sürü işsize ekmek olmaz mı?

            6) Genelde bir atasözü var: “Baştakiler başını açarlarsa, ayaktakiler, ayaklarını bile açarlar…” Sayın Süleyman Demirel’i, medya yerden yere vursa bile, bütün medya ile çok iyi geçinen bir büyük insan. Amerika önünde hem dik durmasını biliyor, ama hiç kimse ile kavga etmiyor. Esprileri ile işi tatlıya bağlar.

            Meşhur Özbek yazar Abdullah Kadir böyle diyor: “Üç kişiye üç şey yakışmaz: Padişaha – gazap, matemdara – gülmek, fakire – cimrilik”

            Çocuklar sevdiği meşhur kahramanlardan örnek almak isterler. Savaş zamanında bir sürü kahramanlar var. Mesela Malkoçoğlu….

            Alicenaplık en küçük işlerde bile belli oluyor. Medya, TV, toplu taşıtlar içine girmeli, bir genç, yaşlıya - hanımlara yer veriyor, takdir edilmeli, örnek gösterilmeli.

            Bir zamanlar “Perihan Abla” diye bir dizi çıkmıştı, mahallede güzel, örnek, iyi terbiyeli işler yapıyordu. Böyle oyunların Nobel mükafatı alması, mükafat peşinde koşması imkansız ama, halkımızın küçük yaralarına mehlem oluyor.

            Bu dünyanın köprülerinden böyle başbakanlar da geçti. Mesela: Vietnamın Huzimin “Ülkemde en kötü yemek yiyen ben olayım, benden kötü yemek yiyen olmasın” o kaynar su içiyor, çay satın alamayan vatandaşım olabilir… Benden kötü giyinen hiçbir vatandaşım olmasın, en kötü giyineni ben olayım… Onun yama üstüne yama ağırlaşan ayakkabısı müzde…

            Partiler sadece oy peşinde değil, bütün ülke, bütün milletin menfaati peşinde koşsunlar. Sanayileşmede Çin gibi ülkeler ile rekabetimiz olsun. İkinci İstanbul yapalım, o birinci İstanbul’u kurtarır.

            Şehir köy karışımı bölgeler yaratalım. İnsanlarımız gücünü çalışmada göstersin, imkanını devlet yaratsın.

            Devletin hükümetler değiştiğinde bile değişmeyen, muntazam planı olsun!

            Katliamda bütün Türk dünyasının ciğeri yandı, benim de üzüntümden saçmaladıysam affola…

           

09.05.2009

Zeynure İsa
 

Adres:
Çelebidere Yokuşu Sok.
Selçuk Apt. No: 6 Yeniköy - İstanbul
Tel (Ev) : (0090 212) 223 65 82
Gsm : 0090 536 579 45 85
 


© ETIC.  Her Hakkı Saklıdır. Son Değişiklik: 09.05.2009 12:04   Hazirlayan: A. Karakash