|
Amerika
ile Uygur’un arasını açmak için
Oynanan Büyük bir oyun
1980’lerde, Uzaydan Doğu Türkistan’ın yeraltı
zenginliklerinin resimlerini çekmişler… haberleri
yayılıyordu.
“Düşmanımın Düşmanı beni dostumdur” fikrindeki
Uygurların Amerika’ya sempati duymakta olduğunu
biliyordu Çinliler.
Ne yapmak lazım?
1985 senesi, Çin zalimleri Ürümçide, aniden bütün cümle
âlemi şaşırtarak “İslam Enstitüsü” kurdu.
Bütün Doğu Türkistan halkı, bu işe şaşırmakta, bir
tuhaflık hissetmekte haklıydı.
Çin zalimleri 1949 senesinden bu yana Dini zatları
bilgili aydın kişileri, bir bahaneyle, âdi iftiralarla
hapse atıyor, öldürüyor, yok ediyordu… Kur’ân başta
olmak üzere bütün dini tarihi, ilmi kitapları cayır
cayır yakıyordu…
İlk, orta, lise, yüksekokulların hepsinde dinsizlik
dersi okutuluyordu. O derslere “Bütün Dinlerin hepsi
esrardır, epiyondur, sihirdir. Allah yoktur,
peygamberler öylesine kötüdür…” gibilerde bütün kafalara
kazılmaya çalışılıyordu.
Her yerden, az çok dini bilgisi olanlar, aranıp toplama
kamplarında beyinleri yıkanılıyordu. Kafası, fikri,
zikri, ideolojisi değiştiriliyordu. Birbirlerini
düşürülüyor, sopalar konuşuyor, öldürülenler oluyor,
intihar edenler oluyor, hayatta kalan dini zatlara domuz
bakma vazifesi veriliyordu. İslâm din ulemaları, ulu
uşağın ortasında domuz ile uğraşırlardı….
Din, iman ile bu kadar düşmanlığı olan Çin zalimleri,
durup dururken aniden “İslâm Üniversitesi” açarlarsa,
cümbür cemaat, sanki Güneş batıdan çıkmışçasına şaşırmaz
mı? Şaşırır elbette. Ama her bir gönül sözünü
söyleyemediği gibi şaşkınlığını da açıkça söyleyemezler.
Neyse gelelim, İslâm üniversitesine… Lise mezunu
imtihandan başarılı geçmiş pırıl pırıl Uygur çocuklar
girdiler üniversiteye. Arapça dil ve İslâm hakkındaki
öğrenmesi gereken bilgilerin hepsini öğrendiler. Mezun
olduklarında onları Çin hükümeti Doğu Türkistan’ın
belirli yerlerine yerleştirdiler ve her birisinin yanına
birkaç tane casus (Çin hükümetine çalışan muhabir)
yerleştirerek, onların Kur’ân tebliğ etmesine, cemaat
oluşturmasına, hatta teşkilât kurmasına göz yummuş gibi
oldu ya da imkân yaratıp verdi. İş teşkilat kurma
aşamasına gelir gelmez, o çocukları hapse attılar.
Bunlar hapiste uzun boylu kalmadı. Çin tarafından
casusluğa eğitilen bir kadın, bunları hapishaneden
kaçırmış, para karşılığı sahte pasaport temin ederek o
çocukları çeşitli yollardan Afganistan’a yolcu ettirdi.
O çocukların Din bilgisi olması, Çin hapishanelerine
atılmış olması, onların Talibanlar sırasında yer
almasına kolaylık sağladı.
Doğu Türkistan’da aklı başında olan her insan, Çin
zalimlerinden kurtulmak ister, vatanının bağımsızlığını
elde etmek ister.
Bu çocuklar sevindi. Allah’a şükürler olsun, vatanımı
düşmandan kurtarmak fırsatını elde ettim. Bütün halkımın
arzu edip elde edemediği fırsat şanslıymışım ki benim
elime geçti, vatanım için canım feda!...
O çocuklar Çinlilerin ne mal olduğunu kendi gözleriyle
bizzat gördüğü için, Çinlilerden bütün Doğu Türkistan
halkı gibi çok nefret ediyorlardı. Ama Çinliden başka
Dünya’daki hiçbir insana tırnak kadar nefreti,
düşmanlığı yoktu. Hatta Çin hükümeti, “kahrolsun
Amerika!” diye bağırıp ve halkı zorla bağırtıp
bıktırdığı için “Düşmanımın düşmanı, benim dostumdur”
diye Amerika’yı seviyor ve sempati duyuyordu.
Ama nafile!..
Uygurların: “Komutanım, ne zaman Çin’e karşı atacağız?”
sorusuna, “Acele etmeyin, her işin bir sırası var… önce
Filistin’i İsrail’den kurtaralım… sonra başka işler… en
sonunda Doğu Türkistan’a sıra gelecek belki de…”
cevaplarını duyuyordu.
Gittikçe bunlar Çin yapımı silâhları görmeye “Çin’den
Taliban’a paralar gelmiş” haberlerini duymaya başladı.
Çin bir yandan Amerika’ya yalakalık yapıyordu, öte
yandan Taliban güçlerine yani Billadun’a bol para
maddi-manevi destek sağlıyordu.
Uygur çocukların bazıları işin farkına varmaya başladı:
“Bunun Çin’e karşı atacak bir hali görünmüyor. Biz
boşuna Afganların iç savaşlarına kurban oluyoruz. Yanlış
bir yerdeyiz…” İşin iyice farkına varan çocuklardan bir
kaçı öldürüldü.
1949’dan bu yana Uygur’a yapışan şanssız kader,
Afganistan’da bile nefes aldırmadı.
Hayatta kalanlar, Amerika’nın eline Guantanamu’ya düştü.
Çin zalimleri oyunu zafere ulaştırmıştı. Amerika’ya
“Gördün mü? Uygur Amerika’ya karşı savaşıyor…”
diyebiliyordu. Uzun yıllar süren senaryonun kurbanları
Uygur, kazançlısı Çin idi.
Bunların içinde en şanssızları Çin’in eline teslim
edilenler idi.
Onlar çeşit çeşit Çin işkencesine tutularak, kendi
ölümüne o kadar susadı ki, anlatamam…. Anneleri onları
bu acımasız dünyaya getirdiği için pişmanlık duygusundan
kahrolup acı çekmekten öldüler…
Çin’in eline verilenlere göre Guantanamu’dakiler çok
şanslı sayılır. Gerçi annesinin karnına sığmış o Uygur
çocuklar Dünya’ya sığmadı. Hiç kimse onları almak
istemedi.
Onları kabul eden Arnavutluk gibi adil, yürekli ülkelere
Tenri dağından teşekkürler.
Onları temize çıkartan Amerikan adaletine, 30 milyon
Uygur halkı namına teşekkürler!
Devletim Türkiye müsaade ederlerse, Guantamun’daki bütün
Uygur çocuklarını evlatlık kabul etmek istiyorum.
21.04.2008
Zeynure ÖZTÜRK
Adres:
Çelebidere Yokuşu Sk. Selçuk Apt. No:6
Yeniköy, İstanbul
|
|