M.Ö.220 ~

ana sayfa
Giris
Tarih
Cografya
Din-Dil
Kültür-Sanat
Ekonomi
Insan Haklari
Milli Mücadele
Düsünceler
Baglantilar
Irtibat

E-mail


PEKİN’DE BAŞA GELENLER

Alimcan, bugünkü zamanımızdaki en ahlâklı, en temiz, en dürüst insanlardan birisiydi.

O bir yaşındayken ataları, atın üstüne alayarak karlı dağlardan geçerek, Doğu Türkistan’dan Suudi Arabistan’a getirmişler.

Geliş o geliş… Aradan 50 sene geçtiğinde, göbek kanı dökülmüş öz vatanı Doğu Türkistan’a ailece ziyaret etmek için Çin Konsolosluğuna başvurdu. Ne yazık ki aile fertlerine vize çıkmadı. Alimcan tek başına gitmek zorunda kaldı, onun hanımı “Bu defalık siz gidin, inşallah ikinci defa hep beraber gideriz…” diye teselli ederek yolcu etti.

Yarım asırdır hiç görmediği vatanını görmek için Alimcan uçağa bindi. Uçak Pekin’e doğru yola çıktı. Alimcan sadece resimlerde gördüğü Tenri dağlarının Kaşkar bağlarının gerçek halini görmek için sabırsızlanıyordu. Uçak penceresinden bakarak uçağın beyaz bulutlar üstünde uçmakta olduğunu görüyordu.

Alimcan henüz Pekin yolunda uçaktayken, Pekin’de onun kalacağı hotelin bodrumunda üç aydan bu yana hazırlanmakta olan senaryonun son provası (denemesi) hotelin bodrumunda yapılıyordu.

Alimcan’ın robot heykeli yorganda. 11 yaşındaki artist kız onun saçını yoluyordu.

Yönetmenler; “daha da nefretle yapışman lazım saça, daha da nefret yüzüne yansımalı… soğan suyu daha da kuvvetli olmalı ki onun gözünden daha da çok yaş dökülsün… Aferin kız… böylesine başarı gösterdin mi, mükafatı kaptın demek….” Kızın anne babası rolündekiler, heyecan dorukta olmalı, kalp krizi, baygınlık geçirebilirsiniz gibi öğütler veriliyordu.

Pekin, Nurluk Hotel’in 307 numaralı odasına yerleştirildi Alimcan. Akşam duşunu alarak Hupten namazını okuduktan sonra, odadaki Arapça dergilere göz atarak yeni pijamalarını giyip yatağa uzandı.

Çok geçmeden Çin milli kıyafetindeki çekik gözlerinin kuyruğu saçına kadar koyu boyanmış bir yaşlı bayan odaya girerek Çin müziği işliğinde dans gibi bir şeyler yapmaya, sancısı gelmiş kedi gibi miyavlamaya başladı.

“–Defol!” diye bağırdı Alimcan, elindeki dergileri kadının başına doğru fırlatarak
Alimcan abcesini tazılayıp camdan baktı. Her tarafta alışılmışın dışında tuhaf kokular, kavga sesleri, polis koşuşturmacaları… binlerce çekirgenin vızıltı sesleri… gürültü – patırdı..
Alimcan saat bire kadar yanında taşıdığı Kuran’ını okuyup oturdu. Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını ve bütün insanlık âleminin iyiliği için dua edip derin uykuya daldı.

Saat beşe çeyrek kala yaşlı Çinli kadın onbir yaşlı kızı elinden tutup yavaşça Alimcan’ın odasına girdi ve kızı Alimcan’ın yorganının bir köşesine soktu. O an, o dakika çoktan hazırlanmış, her iş bir anda patlak vermişti. 20’den fazla kamera, bir o kadar da fotoğraf makinası çekmeye başladı Alimcan’ın saçını başını yolmakta olan onbir yaşlı Çinliyi.. kızın ve anne babası rolündekilerin çığlıkları-feryatları… yarı çıplak insanların uykudan şaşkın uyanıp olay yerine akın etmeleri…. Alimcan’a karatecilerin tekme tokatları, tükürmeler… Alimcan’a nefret, saç-baş yolmalar, tükürmeler…

Neyse ki, kalabalığın Alimcan’ı linç etmesinden (nefretinden) coplu-silahlı polisler kurtarmış oldu.

Hotel bodrumu bir yanda başı özel masanın ortasına sıkışmış maymunun çığlığı, sorgu yapanlar sağ elinde çubuk, maymunun beynini yiyorlar, sol elinde işkence aletleri…
Alimcan bütün gücünü toplayıp;
“–İftiracılar! Hayvanlar!” diye haykırdı.

Alimcan’ın gazaplı dehşet saçan görünümü ekrana alındı. Bir anda onun önüne onbir yaşlı kızın çıplak görünümü monte edildi.

Alimcan’a çoktan hazırlanmış bu senaryo gösterildi, senaryoda hem bu video kaset, bu resimler Arap kralına takdim ediliyor, Alimcan’ın kellesi kesiliyordu, hem de geleceğin sahne görünümü vardı. Cenazeye nefretler bile…
Alimcan yavaş yavaş kendini toparladı, birden bu pislik cehenneminden temizlik göklerine yükselmiş gibi oldu.

–Cenabı Allah’a karşı pakım (temizim). Suçsuz olduğumun şahidi Cenabı haktır… gerisini boşver…
Onun kulağına tarladaki Uygur halk şarkısı duyulmuş gibi oldu.

Almamsen alacağını,
İki tane kurşunun yok mu?
İyiyi kötü diyorsun
Kıyamette sorgu yok mu?

Çinliler bir araya toplandı: “demek ki Allah’a inancı yüksek olanı ne ölüm ne iftira korkutamadı” dediler..

Çinliler Alimcan’ın eline bir kâğıdı yapıştırdı. Git İstanbul’a, üç gün sonra açılacak toplantıda bu evrağı oku! Böylelikle bu video, bu resimler kimseye gönderilmeyecek.

Alimcan evrağa baktı, sanki Uygur mücahitlerinin zafer yolundaki bir rapordu; böyle böyle teşkilatlarımız var, falan falan yerlerde falan falanlar gibi kahramanlarımız var, diye yazılmıştı.

Alimcan bunu kabul etmemişti, işin içine Suudi’deki 12 yaşındaki kızının kaçırma vakasını anlattı Çinliler. Alimcan yıkılmıştı, hanımın “Çinlileri dinle, dediklerini yap, o zaman kızımızı onlar bulup verecek” sözü onu etkiledi. Kağıdı aldı, “kız bulundu” haberi geldi.
Alimcan İstanbul’da evrağı toplantıda kendisi okumadı, rahatsızım diye hemşehrisine verdi, o okudu.

O rapor okunduğu günden, o saatten itibaren Çin zalimleri Doğu Türkistan’ın her bir kasaba, köy ve şehirlerinden 10 binden fazla genci tutup kurşuna dizdi. Hapishanede Çin işkencesi ile Doğu Türkistan’ın masum gençleri öldürüldü, yok edildi.

Dünyanın büyükleri, ünlülerinden Alimcan’ın durumuna düşerek, “Dut yemiş bülbül” olanlar az değil! Alimcanlar, dut yemiş bülbüller, sizler de suç yok, suç şantajcı Çinlilerde. Çile bülbülüm çile. Çin’in boyaları ortaya çıksın!

11/04/2008


Zeynure ÖZTÜRK
Adres: Çelebidere Yokuşu Sk. Selçuk Apt. No:6
Yeniköy, İstanbul
 


© ETIC.  Her Hakkı Saklıdır. Son Değişiklik: 11.04.2008 13:37   Hazirlayan: A. Karakash