|
ETIC
Başkanı Abdulcelil Karakaş’ın Beyanatı
17.11.2006
Öncelikle
şunu vurgulamam gerekir ki; Milli bağımsızlık,
dostlarımızın ve uluslar arası arenada bizlerle duygu
birliği içinde olan türlü güçlerin yardımlarına ve
duygularımızı paylaşmalarına muhtaçtır. Günümüzde
Globalleşmekte olan dünyada geçmişteki gibi sadece kendi
gücümüze ve geleneksel klasik anlamda mücadele
yöntemlerine dayanarak hedefe ulaşmamız mümkün değildir.
“Düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışı ile, hangi dine
ya da hangi ırka mensup olduğuna bakmaksızın bize yardım
eli uzatanların ellerini geri çevirmememiz gerekir. Bu
yüzdendir ki; 50 küsur yıldan beri dış ülkelerde
yürütmekte olduğumuz mücadelemiz esnasında en önemli
kazanım olarak dünya toplumlarının yardımlarını ve
bizlerle duygu birliğini elde ettik. Bu cihetten bir
değerlendirme yapacak olursak bu güne kadar oldukça
büyük muvaffakiyetler elde ettiğimizi görebiliriz.
Milli mücadelemize doğrudan yardım veren uluslar arası
güçlerin sayısı günden güne artmaktadır.<bizlerin
duygularını paylaşan devletlerin sayısı da arttı.
Demokratik batı ülkeleri bağımsızlık mücadelemiz için
siyasi cihetten rahat ortamlar hazırlamaktadırlar. Bu
gün sadece batıdaki 3 teşkilatımızın Amerika’daki yardım
vakıflarından aldıkları maddi yardım yarım milyon dolara
ulaşmaktadır. Yine Amerika’daki “Özgür Asya Radyosu” da
yılda birkaç milyon dolar masraf ederek özel olarak
Uygurca yayın yapmaktadır. İşte bunlar bizleri
sevindiren ve ümitlendiren hadiselerdir.
Ne yazık ki; Uluslar arası ortamda bizlerle duygu
birliği yapanlar, yardım ve destek verenlerin sayısının
çoğalmasına paralel olarak milli mücadele saflarımızda
da insanı endişeye sevk eden bazı olağan dışı
hadiselerde çoğalmaktadır. Bu olağan dışı hadiseleri
aşağıdaki birkaç noktada toplamak mümkündür.
Şurası gayet açık ki; günümüz dünyasında maksatsız ve
şartsız bir yardım mümkün değildir. Yardım, elbette ki
hesaplanan bir menfaat temeline dayanır. Bazı devlet ve
siyasi güçler bizlere acıyarak ya da sadaka olsun diye
yardım etmiyorlar. Onların bizlere yaptıkları yardımlar
aslında Çin’ karşı izledikleri stratejik politikanın bir
parçasıdır. Vakti saati geldiğinde onlar bizlere
yaptıkları yardımları bizlerden ya da bize borçlu olan
Çin’den kaç misli olarak tahsil etmeleri mümkündür.
Onlar böyle davranmakta haklıdırlar. Bizlerde bunun
doğru olduğunu düşünürüz. Fakat dışarıdan görünüşte bazı
dış güçlerin Bizim milli mücadele birliğimizin iç
işlerine karışmaları ve müdahalede bulunmalarının oranı
oldukça artmaktadır. Mesela onlar teşkilatlarımız
arasında “Şunu başkan yaparsan yardım veririm”, “Şunun
la birleşirsen yardım veririm”, Filanca kişiyi
çalıştırırsan yardım veririm”, “Aranızda filanca
teşkilat ya da şahıs yer alırsa yardım vermem…”gibi
dayatmalar ileri sürmektedirler. Gerçi onların bu
talepleri ilk bakışta bizim birlik ve beraberliğimize
faydalı gibi görünse de, gelecekte milli hareketimiz
için kesinlikle faydalı olacak olan bazı teşkilat ve
şahıslarımızın Milli birlik saflarımızın dışında
kalmalarına, hatta dışlanmalarına ve “Uluslar arası
vaziyetle bütünleşemeyenler” şeklindeki horlanmalara
maruz kalmalarına yol açacak bir durumun ortaya
çıkmasına sebep olması söz konusudur.
Daha da kötüsü halkımızın iradesine ve milli
hareketimize önderlik edebilecek kabiliyete ve
salahiyete sahip insanlar davamızın dışında bırakılarak
milli hareketimizin dizginlerinin, Uygur halkının
menfaati için değil, kendilerinin bağlı bulundukları
devlet ya da siyasi veya iktisadi güçlerin çıkarı için
hizmet eden insanların ellerine düşmesi mümkündür. İşte
o zaman da bizim aldığımız yardımların, attığımız
adımların hiçbir ehemmiyeti olmayacaktır.
Netice olarak 10’larca yıl sonra işlerimize sıfırdan
başlamaya mecbur oluruz.
Bizleri endişeye sevk eden bu tür olaylar günümüzde
Kazakistan ve Kırgızistan’da görülmeye başlanıldı.
Mesela son yıllarda “Şanghay İşbirliği Örgütü” nün sadık
üyelerinden Kazakistan ve Kırgızistan makamları,
iktisadi yönden yardım verme, siyasi ve içtimai cihetten
destek olma kozunu kullanarak milli mücadele
saflarımızdaki bazı teşkilat ve şahıslarımızın
dizginlerini ellerine geçirmişlerdir. Ayrıca bazı hakiki
vatanperver zatlarımızı ve onların kurdukları
teşkilatlarımızı dışlamak suretiyle de Uygur toplumunun
fikirlerini kendi kontrolü altına alarak bizlerin orta
Asya Türk Cumhuriyetlerinde yürütmekte olduğumuz milli,
hareketimizin yönünü başka taraflara çekmeye başladılar.
Hatta kendi müttefikleri olan Çin’in menfaati için
hizmet ettirme girişimleri içindedirler.
Bakılacak olursa bu devletlerdeki bazı Uygur
teşkilatlarının sorumluları için Çin, “yol geçen hanı”
haline geldi. Onlar, “Bulunduğumuz ülkelerin Uygurların
Milli Eğitimini, Kültürünü, Örfi adet, gelenek ve
göreneklerini muhafaza edeceğiz” şeklinde oldukça güzel
maskeler altında bu ülkelerde yaşayan bir kısım
Uygurları uyuşturarak, öte yandan ise, Çin ile gizli,
gizli görüşerek kendilerinin ceplerini doldurmanın
derdine düştüler. Fakat onlar iktisadi cihetten güçlü ve
arkalarında devlet gücü bulunduğundan aleni olarak
onların yakalarına yapışarak “Ey mel’un, bizim milli
eğitimimizi, kültürümüzü, örf ve adetlerimizi yok
etmekte olanlar işte bu Çinliler olmasına rağmen, hangi
yolla yine bu Çinlilerle omuz omuza vererek bizim bu
milli ve manevi değerlerimizi koruyacakmışsın?” diyerek
onlardan hesap sorma cüretini gösteremiyorlar.
Elbette ki; Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin durumunu
demokratik batı ülkelerine benzetmek mümkün değildir.
Fakat bizler de batı ülkelerinde de olsak “ne dersen
peki” noktasında olursak halkımızla ayrı düşeriz. Biz,
bizlere yardım vermekte olan tarafları rencide etmeyen
bir temel üzerinde halkımızın iradesine ve milli
menfaatimize dayanan büyük meselelerde nezaket kuralları
içerisinde sıkı durmamız, onların bazı şartlarını kabul
etmekle beraber, bizimde bazı şartlarımızı onlara kabul
ettirmemiz gerekir.
Ne yazık ki; Bize yardım edeceklerin çoğalması ile
beraber mücadele saflarımızda bir takım siyasi tellallar
ortaya çıktı. Onlar kendilerini, bazı devlet ve sivil
örgütlerin güvendikleri kişiler olarak gösterip,
Teşkilatlarımız arasında kasılarak dolaşırlar. Bir
taraftan kendi siyasi nüfuzlarını arttırmaya çalışırken,
diğer taraftan teşkilatlarımız ve milli şahıslar
arasında suni ihtilaflar meydana getirmektedirler. Milli
mücadele saflarımızda kesinlikle belirli devlet ya da
belirli güçlere sadakatle bağlı olan ve o devletin
çizdiği çizgiden çıkmayan bu şahıslar vakti geldiğinde o
devletin menfaatleri için milli davadan bile vazgeçmeye
hazır bir grup oluşturmaya uğraşmaktadırlar. Hatta bütün
milli hareketimizi böylesine bir hale getirmeye çalışmak
gibi bir niyetleri de yok değil.
Aslında bir Uygur’un başka bir devletin güvenlik
birimlerinde hizmet etmesi utanç verici ve aşağılık bir
harekettir. Fakat, mücadele saflarımızdaki bazı insanlar
bunu utanç verici bir durum olarak telakki etmek bir
yana, tam tersine bunu bir koz olarak kullanarak milli
dava saflarımızdaki bazı teşkilat ve milli şahıslarımıza
karşı tehdit unsuru olarak kullanmaktadırlar. Hatta
onlara siyasi cihetten zarar vermek gibi olaylarda yok
değil.
Bizler dış ülkelerde nasıl telaffuz edersek edelim,
bizim milli hareketimizin nazari temeli Doğu
Türkistan’ın tam bağımsızlığı nazariyesine dayanır. Tam
manasıyla ifade etmek gerekirse, kayıtsız şartsız milli
bağımsızlığımızı elde etmektir. Eğer bizim milli,
hareketimiz bu nazari temelden ayrıldığı an halkımızın
desteğinden de mahrum kalırız. Çünkü halkımız işte bu
gaye ve işte bu ulvi maksat için aziz canlarını feda
etmektedir. Ne yazık ki; bizi bu nazari temelden
vazgeçmeye zorlamakta olan devlet ve güçlerde yok değil.
Onlar, “Bağımsızlığı merhale, merhale ayırarak elde
etmek gerekir. İstiklal sloganları ile ortaya çıkan bir
millete Uluslar arası kamuoyunun açık bir şekilde destek
vermesi mümkün değildir. Önce yüksek muhtariyet,
ardından federasyon ve sonunda bağımsızlık” şeklinde
fikirler ortaya koyarak bizlerden de aynen Tibetliler
gibi “Yüksek muhtariyet” sloganından faydalanmayı talep
etmektedirler.
Uluslar arası açıdan bakıldığında bu tür görüşler doğru
gibi görünse de, böylesi bir taktik izlemek bizim milli
hareketimizin özelliklerine ve halkımızın arzu ve
istekleri ile uyuşmaz. Halkımız henüz bu tür fikirlere
hazır değil. Bizde kalkıp halkımızdan “Yüksek muhtariyet”
için can vermelerini isteyemeyiz. Bunun için can verecek
bir Uygur’un çıkması da mümkün değil. “Yüksek muhtariyet”
sloganından sonra Tibetlilerin savaşçılıklarının
kaybolduğu gibi bizlerde dikkat etmediğimiz takdirde
Tibetlilerin akıbetlerine uğramamız mümkündür.
Bu yüzden biz milli mücadele saflarındakiler olarak dış
ülkelerde her türlü adımı atarken, özellikle de başka
devlet veya uluslar arası güçlerle sürdüreceğimiz
diyaloglarda Doğu Türkistan’daki halkımızın taleplerini,
mücadele yöntemini, mevcut duruma bakış açısını çıkış
noktası olarak kabul etmemiz ve milli hareketimizin
dizginlerini her zaman kendi ellerimizde tutmamız
gerekir.
Uygurcadan Çeviren: Mehmet Emin BATUR
|
|