Sabah
saat 08.20'de Pekin'den havalandık. 4
saatlik bir uçuştan sonra Uygur Özerk
Bölgesi'nin (Sinciang) başkenti
Urumçi'deydik.
Sinciang'ın nüfusu 35 milyon.
Çin'in "yüzölçümü olarak"
en büyük eyaleti.
Kazakistan, Moğolistan,
Kırgızistan, Afganistan,
Hindistan, Tacikistan ve
Rusya ile sınır komşusu.
Tarihi "ipek yolu" bu
eyaletten geçiyor.
Sinciang'da 13 milyon "Uygur"
var.
"Kazaklar" 2 milyondan fazla.
"Kırgızlar" da öyle.
Ayrıca "Tatarlar" var, "Özbekler"
var.
Tabii "Çinliler" de.
Uygur Özerk Bölgesi için "Çin'in
kasası" deniliyor.
Zengin maden yatakları nedeniyle.
Ama "Şanghay ve Pekin'e
oranla, bu bölge
oldukça geri kalmış."
Urumçi'deki mihmandarlarımızdan biri
hanımdı:
Kunduz Yusuf.
"Yusuf"u anladık da "Kunduz"
neyin nesi?
Kunduz hanım "benim adım
değerli bir hayvandan
geliyor" diye öğünerek açıklama
yaptı.
Doğru, kunduz "su kıyısında
yaşayan, postu kıymetli
bir hayvan" ama...
Bizde "Kunduz" diye isim yok.
Uygurlar'da ise "Aslan" gibi
isimler de var, "Kunduz" gibi
isimler de.
Mihmandarlarımız bizi "hoş
geldiniz, yahşi misiniz"
diye karşıladılar.
Teşekkür ettik. Biz de onlara sorduk:
- Siz nasılsınız, yahşi
misiniz?
Yanıtları "rahmet" oldu.
Rahmet "teşekkür"demek.
Önce otelimize gittik.
Otelin "iki adı" var.
Çince'si "Yindu."
Uygur dilindeki adı ise "Gümüşkent."
Mihmandarlarımız "otelde fazla
oyalanmayın" dediler:
- Yoldan geldiiz,
açsıız, damak vakti.
Damak "yemek" demek. Ve
lokantanın yolunu tuttuk.