|
Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları İzleme Komitesi, Doğu
Türkistan’da bulunan cezaevlerinde yaşanan olumsuz
şartlar ve insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak
başlattığı incelemeleri tamamladı.
Komite üyeleri, Doğu Türkistan’da yer alan toplam 103
cezaevi arasında başkent Urumçi'de 12 ve Gulca şehrinde
8 olmak üzere toplam 20 cezaevinde incelemelerde bulundu.
Çin Hükümeti’nin izni ile yaptıkları incelemeler
sırasında güvenlik birimlerince sıkı takip altında
tutulan ve Çinli yetkililerce çeşitli güçlükler çıkarmak
suretiyle çalışmaları engellenen üyeler, hazırladıkları
raporda; “bölgede işkencenin yaygın olduğu” sonucunu
vurguladılar.
Bilindiği üzere Uygur Türklerinin yaşadığı Doğu
Türkistan’da yaşananlar, sadece cezaevlerindeki işkence
ile bitmiyor. Uygurlar, gündelik yaşamlarında da
işkenceyi farklı boyutlarda yaşıyorlar.
Çin’in Uygur Türklerine yönelik yürüttüğü sistematik
asimilasyon politikası farklı uygulamalarla devam
ederken, 2005 yılı itibariyle özel bir göç uygulaması
hayata geçirildi. Doğu Türkistan’daki Han kökenlilerin
nüfusunu artırarak Uygur nüfusunu eritmek amacıyla, Çin
içindeki diğer bölgelerde yaşayan, çeşitli adi suçlara
karışmış veya uyuşturucu bağımlısı şahıslar, Doğu
Türkistan bölgesine gönderilmeye başlandı. Hepsi Çin
kökenli olan bu şahıslara, Doğu Türkistan’ın en verimli
arazilerinden pay ayrılarak, buralarda çiftçilik
yapmalarına izin verilirken, Uygur Türkleri asgari yaşam
standartlarının bile altında hayatta kalma mücadelesi
veriyor.
İşkence, idam, çalışma kampları ve dini baskıların Uygur
Türkleri için sıradan olaylar haline geldiği Doğu
Türkistan’da, Uygur Türklerinin fakirleştirilmesi
politikası çerçevesinde, Çin kökenlilere verilen ticari
kredi faizleri düşürülürken, Uygurlara tam tersi
uygulamalar söz konusu. Böylece Türklerin Doğu
Türkistan'daki zengin yeraltı kaynaklarının bulunduğu
bölgelere yatırım yapacak düzeyde sermaye sahibi olması
engelleniyor.
Öte yandan, Uygur Türklerinin her türlü haberleşme,
iletişim ve internet kullanımları da Pekin Yönetimince
yakın takibe alınmış durumda. Zira Türklerin dünya ile
bağlantı kurarak sorunlarını duyurma “rizikosu”
bulunuyor. Hatta Türkiye'den ve Türkçe konuşulan diğer
ülkelerden Doğu Türkistan'a müzik kaseti getirilmesine
bile izin yok.
Uygurların devlet daireleri ve stratejik görevlerde
çalışmalarına da izin verilmiyor. Bölgede görevli din
adamları çeşitli bahanelerle tutuklanıyor ve görev
yaptıkları camiler ibadete kapatılıyor.
Uygurlara iki çocuk dışında çocuk sahibi olmak da yasak.
Üçüncü çocuğa hamile olduğunun tespit edilmesi halinde
kadınlar, hamileliğin hangi ayında olursa olsun! kürtaja
zorlanıyor.
Peki, Türkiye ve Çin arasındaki ilişkiler dostane bir
şekilde sürerken ve Türkiye, ÇHC Dışişleri Bakan
Yardımcısı Lu Guozeng'i 27-30 Aralık 2005 tarihlerinde
konuk etmeye hazırlanırken, iki ülke arasında bir köprü
oluşturması gereken Uygurlara karşı neden böyle bir
politika izleniyor? Nedeni şu; “Çinlilere göre” Müslüman
Uygurlar potansiyel birer terörist! Dolayısıyla, 11
Eylül olaylarından sonra dünyada İslami teröre gelişen
korku da, Çin’in Doğu Türkistan’da otoritesini
sağlamlaştırmak amacıyla yürüttüğü asimilasyon
politikalarına mesnet oluşturuyor.
Uluslararası Af Örgütü’nce hazırlanan raporlarda; Çin’in
son yıllarda "terörizme karşı mücadele" adı altında
onbinlerce Uygur Türkü’nü tutukladığı, birçoğunu ölüm
cezasına çarptırarak 'ayrılıkçı' ve 'terörist'
suçlamalarıyla idam ettiği belirtiliyor. Raporlarda
ayrıca; "Çin Hükümetinin şiddete asla başvurmayan ya da
desteklemeyen Uygur Türklerini ‘düşünce suçlusu’ olarak
tutuklamaya devam etmesi, Çin’in baskı politikasının,
terörizmle mücadele boyutunu çok aştığını gösteriyor"
deniliyor.
İnsan Hakları Örgütlerinin de Uygur Türkleri ile ilgili
olarak yayınladıkları raporlar mevcut. Bu raporlarda da;
Pekin Yönetiminin, bölgede sadece barışçı din ve kültür
faaliyetlerinde bulunan Müslümanları terörist olarak
nitelemeye başladığı, Han kökenli Çinlilerin Doğu
Türkistan’a yoğun bir şekilde yerleştirilmesi ile
Müslümanların kültürel kimliklerini koruma mücadelesi
vermekte oldukları sıklıkla vurgulandı.
Ancak ne yazık ki; insan hakları örgütlerinin raporları
ile de belgelenmiş bu utanç tablosu, ne Çin’i ne de
“medeni ülkeleri” pek etkilemiyor.
İnsan hakları konu edildiğinde; binlerce insanın katili
bir teröristin haklarından dem vuran, Türkiye’yi bölmek
isteyenlere omuz veren ve bunun gibi ülkemiz ile ilgili
daha pek çok ayrıntıyı insan hakları kapsamında istismar
etmekte ustalaşmış olan çevreler için öyle görünüyor ki;
Doğu Türkistan’da yaşayanlar ya insan değil, ya da
sadece Türk oldukları için insan haklarından muaflar! Ya
da geçmiş yıllarda onlarca diplomatımız ve yakını sadece
Türkiye’yi temsil ettikleri için Ermenilerce
katledilirken, insan hakları savunucularının ortalarda
görünmeyip, bilahare Ermenilerin sözde soykırım
iddialarını “insan haklarının ihlali” boyutuna zoraki
indirgeyerek parlamentolarında kabul eden Avrupa
ülkeleri için insan hakları konusu, “sadece Türk
olunmaması” şartıyla geçerli!
Çin’de bütün bu olan bitenlere de göz yumulması, yine bu
hususlarla mı ilgili bilinmez ama hiç olmazsa Çin’in
artık konuyu farklı açılardan da görmeye başlaması
zamanı gelmiştir.
Gerçek şudur; Uygurlar Çin’in egemenliğine ve toprak
bütünlüğüne saygılı, ülkesini sevdiğini beyan eden bir
toplumdur. Yani ne ayrılıkçıdır, ne de terörist! Küresel
terör ağının çemberindeki radikal İslamcılarla da
alakaları yoktur. Ancak baskı politikalarının devam
etmesinin, “haksızlığa isyan psikolojisi”nin gelişmesine,
bu durumun da sadece Çin dışında faaliyet gösteren Uygur
kökenli bazı grupların ve onların destekçilerinin işine
yarayacağı bilinmelidir. Yani esas tehlike; insanca
yaşamaktan başka bir arzusu olmayan ama ne dilini, ne
dinini, ne kültürünü yaşayamayan bu insanların,
“özgürlük mücadelesi” kisvesi altında kolaylıkla
yönlendirilmeye müsait hale gelmeleridir.
Ümit edelim ki; ÇHC Dışişleri Bakan Yardımcısı Lu
Guozeng’in, ülkemizi ziyareti, soydaşlarımızın
sorunlarına da çözüm kapısını aralasın…
DİPLOMATİK GÖZLEM
Hayrullah EFENDİGİL
Doğu Türkistan Kül.ve Day. Der. Ankara
(0312) 312 54 72
|
|