BIşgalci
Çin devleti 1980’li yılların başından itibaren sözde “Serbest piyasa ekonomisi sistemine geçme” ve
“Batıya
açılma” sloganları altında öncelikle işgali altında
bulunan ve batıya açılma yolu üzerinde bulunan Doğu
Türkistan’ı pürüzsüz olarak kendi bünyesine katma
faaliyetlerine hız verdi. Mao’nun ölümüne kadar ki geçen
süreyi dışa kapalı olma yüzünden kayıp yıllar olarak
değerlendiren Deng Şiao Ping ve hempaları son derece
acımasız ve insanlık dışı uygulamalarla Doğu Türkistan
toprakları üzerine yüklendiler.
O dönemde
Çin’den bir milyonu aşkın Çinli asker getirilerek Doğu
Türkistan’ın en hassas bölgelerine yerleştirildi. 1990
yılının başlarından itibaren bağımsızlıklarını kazanan
ve Doğu Türkistan’a sınırı bulunan Kazakistan ve
Kırgızistan ile sözde sınır güvenliği anlaşmaları başta
olmak üzere çeşitli anlaşmalar yaparak Batı Türkistan
taraflarından Doğu Türkistan’a sızması ihtimali olan
bağımsızlık rüzgârının önünü kesmek için panik içinde
çok büyük bir çaba harcadılar.
Ayrıca,
1995 yılının Mart aylarında komünist Çin devleti
yetkililerince, dış ülkelerde faaliyet yürütmekte olan
Doğu Türkistan Bağımsızlık yanlılarının faaliyetlerini
durdurmak ve onlara engel olmak için 450 milyon dolarlık
bir meblağın ayrılmış olduğu ve bu hususta gerekirse
sınırsız harcama yapılması gerektiğinin deklare edildiği
haberleri alınmıştı.
Çin
devletinin dış ülkelerdeki sadık köleleri olan bir takım
mankurtlar hemen kolları sıvadılar ve efendilerine
hizmet etmede birbirleri ile yarış içinde işe giriştiler.
Söz konusu melanetlerine Kazakistan ve Kırgızistan ile
başladılar. Bu bölgelerde yaptıkları birkaç parça
yatırım ile çiçeği burnunda liderleri kafakola almayı
başardılar. Çünkü oralarda o günlerde mevcut otorite
boşluğu içerisinde para için her şeyi yapabilecek
mizaçta çokça insan müsveddesi bulabilmek mümkündü. Bu
yüzden bu Türk bölgelerinde çok uzun zamandan beri
yerleşik bulunan onlarca kahraman Doğu Türkistan
evlatları faili meçhul cinayetlere kurban gittiler.
Kazakistan ve Kırgızistan’a Çin zulmü yüzünden sığınan
bazı gençler de Kazak ve Kırgız hükümetlerince Çin
cellâtlarına teslim edildiler, ya da çok ağır hapis
cezalarına çarptırıldılar. Çin ajanları ellerini
kollarını sallaya, sallaya o bölgelerde cirit attılar.
2005 yılına gelindiğinde ise, Çinli’ler kazandıkları
zaferin(!) tadını ne yazık ki; Batı Türkistan Türk
Cumhuriyetlerinin liderleri ile “Şanghay Işbirliği
Örgütü” levhasının altında kadeh tokuşturarak kutlamaya
başladılar. Bu günlerde alınan haberlere bakıldığında
ise Kazakistan ve Kırgızistan’da yerleşik Doğu Türkistan
kökenliler son derece zor günler yaşamaktadırlar. Çünkü
Batı Türkistan Türk Cumhuriyetlerinde siyasî ve ekonomik
yönden her geçen gün güç kazanmakta olan Çinli’ler
buralarda kendileri için tehlikeli gördükleri Doğu
Türkistanlıları türlü yollarla bertaraf
edebilmektedirler.
Ne kadar
esef verici bir gerçektir ki; Çin ajanlarının kuvvetli
bir kolu da yılların tecrübelisi ve bütün dünyaya
kendisini ispat etmiş olan Türkiye’mizde faaliyet
içindedirler. Bu hususta Türkiye’de faili meçhul bir
cinayet sonucu hayatını kaybeden değerli bir araştırmacı
ve bilim adamı olan rahmetli Necip Hablemitoğlu’nun
Çin’in Türkiye’deki faaliyet alanları üzerine kaleme
almış olduğu araştırma yazıları dikkatle tekrar, tekrar
incelenmelidir. Son zamanlarda Çin’in Türkiye’de daha
profesyonel bir şekilde icraatlar yapmakta olduğu ve “Maşa varken elini yakma” anlayışı ile kişilik zafiyeti
bulunan bir takım insancıkları kullanarak Doğu
Türkistanlılar arasında fitne-fesat ve bölücülük
faaliyetler yürütmektedirler.
Anlaşılan
o ki; Çin’in Türkiye’ye yönelik faaliyetleri için
ayırdığı meblağ, diğer ülkelerdeki faaliyetler için
ayırdığından çok daha fazla…
Dünyada bağımsızlık mücadelesi veren her millet gibi
Doğu Türkistanlıların da Bağımsız Doğu Türkistan için
vermekte olduğu mücadeleleri bastırmak için işgalci Çin
devletinin dış ülkelerdeki taşeronları hiçbir fırsatı
kaçırmaksızın faaliyetlerini sürdürüyorlar. Bu cümleden
olarak özellikle Türkiye’deki Doğu Türkistanlıları yakın
markaja alan Çin, oldukça sinsi ve Çinli’ye özgü
yöntemlerle Pekin’deki patronlarının hazırlayıp ellerine
tutuşturdukları parçalama ve engelleme planlarını icra
etmektedirler.
Ilk iş
olarak Türkiye’nin birçok vilayetlerinde Çin lokantaları
açma girişimlerine hız verdiler. Bu sözde Çin
lokantaları Çinlilerin ve Çin hayranı taşeronların
buluşma yerleri oldu. Buralarda aldıkları kararlar
gereğince Doğu Türkistanlıların toplu yaşadıkları
yerlere çeşitli şekillerde sızmayı da başardılar. Bu
sızmalara çanak tutan en büyük etken ise yine Çinlilerin
sinsice ve büyük bir ustalıkla ortaya attıkları ve
müsamahakârlıkla başlattıkları karşılıklı küçük çaplı
sözde ticaretler oldu.
1980’li yılların başlarından itibaren Çin ile Türkiye
arasında, gözlerini kestirme yollardan zengin olma hırsı
bürümüş olan bazı Doğu Türkistanlıların Türkiye’de esen
“Döviz gelsin de nereden gelirse gelsin” şeklindeki
rüzgârı arkalarına alarak hareket etmeleri çok daha
tehlikeli ve önü alınamaz bir sürecin başlangıcı oldu.
Çin ile
Türkiye arasında başlayan ticarî alandaki münasebetler
biraz abartılınca “Bavul ticareti” denilen melanet
trafiği ortaya çıktı. Bazı Doğu Türkistanlılar
tarafından da rağbet gören bu melanet trafiğinin
boyutları kısa zamanda Doğu Türkistanlıların bünyesini
adeta bir kanser gibi sarmaya başladı. Bu gidişatın
devamında ise, her geçen gün yayılmakta olan sözde
“Bavul ticareti” Çin ajanlarının işlerini daha da
kolaylaştırdı. Yine Çin uşağı taşeronların
provokasyonları sonucunda en azından bu sözde “Bavul
ticareti” ile uğraşan Doğu Türkistanlılar arasında
temeli çıkar çatışmasına dayalı olarak sürdürülen
yaftalama faaliyetleri ortaya çıkmaya başladı. Önü
alınamaz bir şekilde ve insafsızca sürdürülen karşılıklı
suçlamalar sonucunda da her geçen gün Türkiye’deki bir
avuç Doğu Türkistanlı arasında tesanüt zayıflamaya ve
çıkar odaklı karşılıklı cepheleşmeler baş göstermeye
başladı.
Artık,
Doğu Türkistanlıları “bölücü” ve “terörist” olmakla
suçlayan Komünist Çin devletinin kendisinin bölücülüğü
tescillenirken, diğer taraftan da kendileri büyük ölçüde
menfur emellerine ulaşmış oluyorlardı.
Bütün bunlar Doğu Türkistanlılarca da az çok bilinmesine
rağmen her nedense bu güne kadar bir türlü gerekli
dersler çıkartılamadı. Içinde bulunduğumuz dönem de ise,
geçmişte Çin ile yapılan “Bavul Ticareti” yerini
Istanbul’un çeşitli semtlerinde Çin-Doğu Türkistanlı(!)
ortaklığı ile sürdürülen yerleşik ticarete (!) bıraktı.
Her geçen gün bu girift gidişat hız kazanarak devam
ediyor. Türkiye’de Çinli sayısı arttıkça da Doğu
Türkistanlılar arasındaki birliktelikler zayıflamaya ve
Bağımsız Doğu Türkistan hareketi kan kaybetmeye başladı.
Bu gidişatın sorumluları ise sureti haktan görünerek Çin
mallarını diledikleri şekilde pazarlamaya ve keselerini
kirli paralarla doldurmaya devam ediyorlar…
Benim
bunları dile getirmemdeki asıl maksadım yalnızca Doğu
Türkistan’ın haklı mücadelesinin sinsice akamete
uğratılmakta olduğunun dışında Türkiye’de Çinlilerin ve
Çin uşaklarının statü dışı faaliyetler içinde olmalarına
karşı devletimizin ilgili birimlerinin dikkatini
çekmektir.
Mehmet Emin BATUR |