|
Doğu
Türkistan içinde ve Doğu Türkistan dışında büyük bir
infial uyandıran (Yawu Kepter) Yabanı Güvercin isimli
Hikaye Kaşgar Edebiyat Dergisinin 2004 Yılı 5 sayısında
yayınlanmış olup Nevruz Edebiyat Ödülüne aday
gösterildi.Zalim Çinli yetkililer Uygur Halkını bu güzel
hikaye’den mahrum bıraktılar ve Dergiler toplatıldı.
Yazar bu
hikayeden dolayı 10 sene hapse mahkum edildi. Hikayenin
yazarı şimdi İnsan Hakları İhlalleri Bakımından Dünya
rekoru kıran sözde Çin Halk Cumhuriyeti Hapishanesinde
yatmaktadır.
Yazar bu hikaye ile Uygur halkının tarihi, bugün içinde
yaşadığı zulmü aynen anlatmış ve Aynı zamanda Uygurların
geleceği hakkında işaretler vermektedir.
Yine o masmavi gök yüzünde uçuyormuşum. Rüyamı görüyorum,
uyanık mıyım veya her ikisi dışında başka bir alemde
miyim bilmiyorum. Kanatlarımın altından hafif bir rüzgar
esiyordu. Şu an vücudum güçle dolmuş ve daha da
canlanmıştı. Mavi gök, parlayan güneş ışıklarıyla
örtünmüş dünya. Bu ne kadar güzel bir manzara değil mi?
Ben giderek canlanmaya başladım ve biraz daha yükseldim.
Göz önündeki çilek vadileri kaybolmaya, dünya giderek
büyümeye ve sanki yeşil bir örtü gibi görünmeye başladı.
Bunlar, benim önceleri hiç görmediğim manzaralar ve hiç
görmediğim yerler idi. Ama ben o toprakları kendi
toprağım gibi gördüm, her yer aynı güzelliği
yansıtıyordu.Yavaş yavaş aşağıdaki mahalle ve evler
görünmeye başladı. Aşağıda küçücük bir şeyler
kıpırdıyordu. Onların annemin söylediği insanlar
olduğunu tahmin ettim. Ama onlar bana pek de tehlikeli
gelmedi. Annemin yaşlandığını düşündüm. Yer yüzünde
kıpırdayan o canlıların, bizim gibi gökte uçanlardan
güçlü olduğuna pek de inanasım gelmiyordu. Belki de;
bunları anlayabilecek kapasitede olmaya bilirim. Ama
sonuçta ben insanları pek tehlikeli bulmadım. Annem; “
İnsanların içi hileyle dolu, eğer dikkat etmezsen bir
anda onlara esir düşebilirsin.” demişti. Onların
içindeki hünerlere bir bakmayı ve ve görmeyi düşündüm.
Onların o hünerlerini niçin içlerine gizlediklerini bir
türlü anlayamamıştım. Yavaş yavaş alçaktan uçmaya ve
mahalle üstünde dönmeye başladım. Her şey daha da açık
görünmeye başladı. Aşağıda, insanların haricinde koyun,
öküz, tavuk gibi benim hayatımda hiç görmediğim bir sürü
canlı vardı. Bir top güvercin sürüsü havada uçuşuyordu,
az bir kısmı ise onların dinlenmesi için yapılan pervaz
üzerine konmuş dinleniyorlardı. Onlarla sohbet etmek
için yanlarına kondum. Doğrusu sohbet etmek için mi
kondum veya dinlenmek için mi, şuan pek iyi
hatırlamıyorum. O zaman düşüncelerim biraz karışmıştı.
Kısacası onların yaşantısı benim ilgimi çekmişti.
- Nerden
geldin?
diye sordu, onların içinde yaşça büyükçe olan biri. Ben,
onun bu güvercin sürülerinin başı olup olmadığını
kestiremedim. Doğrusu onun ne oluşu beni fazla
ilgilendirmiyordu. Çünkü, ben onların sürülerinden
değildim, o yüzden onun benim için önemli olan bir yanı
yoktu.
- Çilek vadisinden geldim.
Diye cevapladım.
- Dedemden duymuştum, bizim ecdatlarımız oradan gelmiş.
Ama orası birkaç ay mesafe uzaktaymış. Biz normalde
birkaç günlük mesafeye bile uçamıyoruz. Sen yolunu
kaybetmiş olmalısın?
Ben onun birkaç günlük mesafeye bile uçamayacağına çok
şaşırdım. Belki yanlış anlamış olabilirim diye düşündüm.
Onun bahsetmiş olduğu çilek vadisinin, benim geldiğim
yerle aynı yer olup olmadığını da bilemedim. Eğer onun
dedeleri gerçekten bizim oralardan gelmişse. Biz de
kardeş olmalıydık
- Ben yolumu kaybettiğimden değil, uçmayı öğrenirken
buraya geldim. Hiçbir şey yemeden birkaç gün uçabilirim.
diye cevap verdim.O bana şaşkınlık içinde bakmaya
başladı.
- öyleyse sen yabani olmalısın. Sizinkiler hep böyle
konuşuyorlar. Ama bizde öyle cesaret yok. Biz kafes ile
tünekten başka bir şey bilmiyoruz. Ben bu mahallenin
ötesine hiç geçmedim. Oralarda ne işim var benim. Burada
konmak istersem tüneği, uyumak istersem kafesim varken
oralarda boşuna yorulmaya ne lüzum var. Üstelik çoluk
çocuğum var, bu saatten sonra uçup nereye varabilirim ki?
sahibimiz de bize çok iyi davranıyor.
Yaşça büyük olan güvercin gagasıyla kaşınmaya başladı.
- İnsanların çok acımasız olduklarını duydum, eğer bizi
yakalarlarsa ruhumuzu köle yaparmış bu doğrumu?
- Ruh mu?
Yanımdaki küçük güvercin bayağı şaşırmış gibiydi. Bu
güvercinler çocuklarını nasıl yetiştiriyorlar? Ruhsuz
yaşamın ne anlamı var? Bu ruhsuz yaşamları onları neye
dönüştürmüş olabilir? Onlar niçin ruhu bilmiyorlar? Ruh
ve özgürlüğü hediye edilerek veya dileyerek elde etmeyi
umuyordu. Ama bu masum güvercinlere ruhi özgürlüğe sahip
olan bir mekanın ne kadar da gerekli olduğunu düşündüm.
Onlar ruh kelimesini hiç duymamış gibiydiler. Yaşça
büyük olan güvercin küçük güvercinin başını okşayarak
konuşmaya başladı.
- Ruhun ne olduğunu bende bilmiyorum. Onu dedemden
duymuştum, şuan ikinci defa duyuyorum. Dedem de
dedesinden duymuş. Belki dedemin dedesi de dedesinden
duymuş olabilir. Dedem her zaman “ Bizde ruh yok olalı
uzun zamanlar oldu” diyordu. Şuan bu kardeşimizin
söylediği, bizim uzun zamanlar önce kaybettiğimiz o ruh
olabilir. Ama şuan bizde onun gölgesi bile kalmadı.
Yaşça küçük olan güvercin bana baktı ve;
- Sen bize anlatsana o ruh dediğin nasıl bir şey?
diye sordu.Ben biraz şaşırdım. Kendi söylediğim söze
kendim cevap verememekten korktum.
- Şuan bende pek iyi bilmiyorum. Ama annem bana “ Sende
babanın kahraman ruhu var, o gün geçtikçe
olgunlaşacaktır” demişti. O bende olgunlaştığı zaman onu
düşünmeye çalışacağım.
- Anlaşılan sende babanın ruhu varmış. Ama tüm güvercin
topluluğunun ruhu çoktan yok olmuştur. Annelerimiz bize
hiçbir zaman ruh konusunda söz etmediler. Bu konuda
babalarımızdan da bir şey duymadık. Bende çocuklarıma
bunu söylemeyi unuttum. Biz ruhsuzluk devrine çoktan
girmişiz. Eğer kaybettiğimiz şu ruhumuzun nasıl bir şey
olduğunu bir öğrenebilsek çok iyi olurdu.
Yaşlı güvercin ağır bir nefes aldı.
- Sizler bu ruhsuzluğunuz yüzünden evlattan evlada köle
olarak yaşıyorsunuz ve sahibinizin istediği zaman
yiyeceği yemeği oluyorsunuz. Onlar sizleri öylesine bir
köle yapmışlar ki, sizleri özgür bıraksalar bile fazla
uzağa gitmeden onların etrafında dönüp duruyorsunuz.
Azıcık yiyecekten mahrum kalmamak için kendi
evlatlarınızı bile kölelik zincirine teslim etmişsiniz.
Sizlere bizim liderlerimiz gibi bir lider gerekiyormuş.
Ama sizlerin şuan ki bu durumunuza bakılırsa, sizlerden
öyle bir umut bulmak imkansız. Sizlerin, önce
vücudunuzdaki o kölelik duygularını yok etmeleriniz
gerekiyor. Önemlisi ruhun ne olduğunu öğrenmelisiniz.
Niçin benimle beraber gelip annemden sormuyorsunuz?
Yaşlı güvercine biraz acıyarak sordum. Bu konuyu onun
öğrenmesini istedim yoksa bu bahane ile kendim mi
öğrenmek istedim, bilmiyorum. Her ikisi de olabilirdi.
- Ölüm bana çok yakın. Bu kadar güvenceli bir kafesim
varken, ruh arayacağım diye nereye varayım. Ayrıca onun
nasıl bir şey olduğunu bilmediğim halde, onu bulsam da
ne işime yarar. Gördüğün gibi ruh olmasa da kafeste
rahat yaşanabiliyor. Üstelik hiç işe yaramayan o şeyi
taşımak çok yorucu bir iş değil mi?
Yaşlı güvercinin sözlerini düşünmeye başladım. Onun
söyledikleri bir bakıma doğru, bir bakıma ise yanlışmış
gibi geliyordu. Ama hayatta hiçbir amacı ve ruhu olmayan
bu güvercin ile ruh hakkında konuşmak bana biraz
utandırıcı gelmeye başladı. Bu meseleyi gidip annemden
sormayı düşündüm.Bir top güvercin yanıma kondu ve kendi
aralarında konuşmaya başladılar. Onların kullandığı bazı
kelimelerin anlamını hiç çıkaramadım. Kendi dillerinde
konuşmuş olabilirler diye düşündüm. Normalde bizim
oralara da ara sıra bu tür yabancılar geliyordu. Ama bu
güvercinlerin kim olduklarını, yaşlı güvercinin nesi
olduklarını bilemedim. Ayrıca onların kendi aralarında
mı konuştuklarını yoksa benimle mi konuşmak
istediklerini kestiremedim.
- Nasılsın yavrum?
Yaşlı güvercin yanındaki küçük güvercinin tüylerini
gagasıyla okşayarak sordu.
- İyi değilim, çok acıktım. Annem niçin bize yiyecek
vermiyor.
O yemek veya mısır gibi bir şeyin adını söyledi. Darı
veya kendir de demiş olabilirdi. Doğrusu benim hiç
bilmediğim yabancı bir isim söylemişti. Allah Allah
insanların beslediği güvercinler gerçekten çok acayip
oluyormuş. Hatta yemeklerine bile birkaç çeşit ad
takıyormuş diye şaşırdım.
- Annenin artık yeni kardeşlerini dünyaya getirebilmek
için biraz kuvvet toplaması lazım. Sahibimiz yemek
verene kadar sabret olur mu canım.
- Hayır beklemeyeceğim. Kendim gidip yiyecek bulacağım.
- Canım yavrum beni dinle, oralar çok tehlikeli yerler.
Kötü insanlar seni yakalayıp yiyecekler. O taraflara
gitme tamam mı?
Küçük güvercin homurdanarak sustu. Göründüğü kadarıyla
bu gruptaki güvercinler, bu yaşlı güvercinin sözünü
dinliyordu. Onların kendilerini yakalayıp yiyebilen
insanlar ile bir arada yaşayabildiklerini hiç
anlayamadım. Acaba bu “yemek” kelimesini yanlış mı
anladım? O belki siyah, ,iyi gibi normal bir kelime
olabilir. Yabancı kelime olduğu için yanlış anlamış
olabilirim. Ama bana göre, bu tüm güvercinlerin bilmesi
gereken önemli bir kelimeydi. Annem her zaman insanlara
dikkat etmemi, onların bizi yakalayıp yiyebileceklerini
söylüyordu. Ama bu kelimenin bu yerdeki anlamı değişmiş
gibiydi. Zira bu güvercinler eğer insanların onları
yakalayıp yemelerinden bu kadar korksalardı, onlarla
böylesine bir arada yaşamazlardı. Uçabilecek kanatları
olduğu için, istedikleri yerlere gidebilirlerdi. Ama
onlar kanatlarının olduğunu unutmuş gibiydiler. Kafes
yaşamına alıştıkları için buradan gitmeyi istememiş
olabilirlerdi.
- Öyleyse bizim sahibimiz iyi mi?
Küçük güvercin yaşlı olana soru sormaya başladı.
- Elbette
- Ama o da diğer insanlar gibi bizi istediği zaman yiyor.
- Bu onların seni yediğine benzemiyor. Sahibimiz bizi
kafeste beslediği için yemeye de haklı. Bizim buna karşı
gelmemiz yanlıştır. Ben sonunda “yemek” kelimesini
kendimce yanlış yorumladığımı anladım.
- Ama onun bana verdiği yemekleri büyükler yiyor. Bana
bir şey kalmıyor, çok zayıfladım ve ne yapacağımı
bilemiyorum.
- Sende yavaş yavaş büyüyeceksin ve nasıl yemen
gerektiğini, kendin yiyebilecek şeyleri başkalarına
kaptırmamayı öğreneceksin. Bizim yaşam usulümüz böyle.
- Ama dede
- Yeter canım fazlasıyla soru soruyorsun. Güvercinlerin
kanaat etmeyi bilmeleri lazım. Bilmediğin şeyleri
tartışma tamam mı?
- Onun özgürlüğünü fazlasıyla kısıtlamışsınız. Ona da
biraz fırsat verin de özgür yaşasın.
Yaşlı güvercinin konuşmasına karışmak istemememe rağmen,
daha fazla dayanamadım.
- Sen bizim durumumuzu pek bilmiyorsun. Eğer sahibimizi
kızdıracak olursak veya onun çizdiği sınırdan çıkmaya
kalkarsak hepimizi kafese atacaktır. Birkaç aya kadar
dışarı çıkmamız mümkün olmayacak ve şuan sahip olduğumuz
küçücük darı huzurundan bile mahrum kalacağız.
Kafesin nasıl bir şey olduğunu hiç anlayamadım. Bu
güvercinler ona mahkum olmaktan ne kadar korkuyorlarsa
ondan ayrı kalmaktan da o kadar korkuyorlardı.
Güvercinlerin anlaşılması en zor olanı, insanlar ile
beraber yaşayan güvercinler olmalı diye düşündüm ve bu
görüşlerimi yaşlı güvercine anlatmayı düşündüm. Ama
bunları ona anlatıp anlatmadığımı şuan pek
hatırlamıyorum. Belki bir kelime karşılık bile
vermemiştir.
- Sizde, güçlü olan zayıfların haklarını çalıyormuş ve
sizler onların buna karşı gelmelerini de
yasaklıyormuşsunuz. Ayrıca yapmış olduklarınızı sanki
doğru bir davranış gibi göstermeye çalışıyormuşsunuz. Bu
tür yaşam ortamı çocuklarınızın büyümesi ve yaşamasına
hiç de müsait değilmiş. Sizler ne durumda olduğunuzun
farkına varamayacak hale gelmişsiniz ve insanlar gibi
kötüleşmeye başlamışsınız.
Dedim ona.
- İnsanlar hakkında böyle laf atamazsın. Eğer onlar
olmasaydı bizim bu günümüzde olmazdı. Bu tür yanlış
görüşlerini başka yerlerde söyle.
Dedi yaşlı güvercin çok sert bir tavırla. Benim iyi
niyette söylediğim bu sözlere onun neden bu kadar sert
tepki gösterdiğini bir türlü anlayamadım. Eğer gerçekten
beni yanlış anladıysa ona bir daha anlatmalıydım.
- Sizlerde sorumluluk diye bir şey yokmuş. Kendi
çocuklarınızı bilerek ateşe atıyormuşsunuz.
Konuşmamı biraz daha duygulu kelimelerle sonlandırmayı
düşünmüştüm. Tam o sırada sert bir ses geldi ve bacağım
dayanılmaz derecede acımaya başladı.Uçmak için
kanatlarımı açmış olmama rağmen, kanatlarım havada asılı
kaldı.Yanımdaki güvercinler bir anda uçuştular ve
üstümde dönmeye başladılar. ”He he he özgür yaşayıcı
kafese hoş geldin. bakalım bir daha öyle konuşabilir
misin.” Pusuya düştüğümü anladım. Yaşlı güvercinin
sabahtan beri beni konuşturarak,sahibinin beni tutması
için oyaladığını anladım. İçim acıyla doldu. Benim
başıma gelen bu tehlike başkalarından değil azıcık
menfaate aldanan kendi kardeşlerimden gelmişti. Onların
insanlardan yana olarak beni onlara tutuklatacağını hiç
düşünmemiştim. Asla insanların eline düşmemek lazım sözü
hemen kafamdan geçti. Eğer iki bacağımı kesebilsem, yine
özgür olabilirdim. O yüzden var gücümle iki tarafa
kendimi vurmaya başladım.
- Hadi kalk oğlum, ne oldu sana.
Gözlerimi açtığımda annem başımda duruyordu. Şükürler
olsun sapasağlam duruyordum. İki bacağım da yerindeydi.
- Kabus mu gördün?
Dedi annem.
- Çok korkunç bir rüya görmüşüm. dedim anneme sarılarak
ve rüyamda gördüklerimi anlatmaya başladım.
- Sen bizden sonraki evlatlarımızın başına gelecekleri
görmüşsün.İnsanlar,gün geçtikçe bizim yaşam alanımıza
bastırıp gelmekte. Onlar bizi kadim zamanlardan beri
yaşadığımız topraklardan kovmayı ve bizim topraklarımıza
sahiplenmeyi, Evlatlarımızı ise senin rüyanda gördüğün
gibi ecdadını tanımayan melezlere dönüştürmeyi hayal
ediyorlar. Belki çok geçmeden bu yerlere yüksek binalar,
fabrikalar yapılabilir. O zaman sanayiden çıkan zehirli
maddeler ve gazlar bizim bu güzel çevremizi yok
edecektir. Şehirlerin arasında kalan nehirlerimizde,
şimdiki bal gibi suların yerine kirli sular akacaktır.
İnsanların işgali çok korkunç olacaktır. Ne olduğunu
bilemezsen bile. Evlatların senin yaşadığın temiz güzel
çevreyi göremeyecek ve dünya doğuştan böyle
diyeceklerdir. Çaresiz halde insanların oyununa
geleceklerdir. İnsanlar gün geçtikçe bizi zorlamakta ve
bize çok yaklaşmış durumdular. Bizim bir çıkış yolu
bulmamız lazım, kendi kendimizi kurtarmazsak kimse bizi
kurtaramaz. Hadi dışarı çıkalım, sana babanı anlatmanın
zamanı geldi sanırım.Annem benimle dışarı çıktı.
Etrafımız tamamıyla yabani otlarla örtülmüş, hiç ayak
değmemiş geniş bir vadiydi. Biz nehir kıyısındaki yüksek
bir uçurumda duruyorduk. Bu yere binlerce güvercin
yerleşmiş ve evlatlarını burada yetiştiriyorlardı.
Altımızdan geçen berrak nehir suyu sanki şarkı söylüyor
gibiydi. Bize göre bu topraklar dünyada dengi olmayan
güzel ve mutlu bir mekan idi. Eğer insanlar olmasaydı
biz sonsuza dek bu topraklarda yaşayacaktık, ah insanlar
sizler.
- İşte bu senin mekanın, ecdatlarının yaşadığı topraklar.
Senin deden,baban bu toprakları yaşatıp, buradaki
güvercin topluluklarına liderlik yaparak yaşadılar, o
yüzden bizim bu topluluk arasındaki yerimiz çok farklı
ve görevimizde çok ağırdır. Senin baban gibi güçlü olman
için her sabah erkenden uyandırıp uzak mesafelere kadar
götürüp uçuşu öğretmeye, Kanatlarını güçlendirmeye,
kaslarını sağlamlaştırmaya ve aklını geliştirmeye
çalışacağım. Şuan fizik olarak bayağı iyi durumdasın,
sıra akıl eğitiminde. İnsanlara her zaman dikkat
etmelisin. Onlar yerde yürüdüğü için bize zarar veremez
diye düşünme. Tüfek dedikleri şeyle seni birkaç yüz
metreden bile rahatlıkla vurabilirler. Babanın nasıl
öldüğünü biliyor muydun?
- Hayır, siz bana hiç anlatmamıştınız.
- Artık anlatmanın zamanı geldi. Daha birkaç gün önce
buralarda dolaşan birkaç insan gördüm. Onlar bizim
arkamıza düşmüş olmalı. Onlar gelmeden önce daha güvenli
bir mekan bulmamız lazım. Baban da o insanların elinde
can vermişti.
- Anne anlatır mısın, babam nasıl olup onların eline
düşmüştü.
Annem biraz sustu, belki üzülmüş olabilir diye düşündüm.
- O gün, baban bize yiyecek bulmak için bir sürü
güvercinle beraber çıkmıştı. Normalde her zaman bize
zarar gelmeyen ve yiyecek bol olan bir yer bulurduk.
Baban güvercinlerin lideri olduğu için bu ağır görev
doğal olarak onun üzerine düşüyordu. Baban çıktıktan
sonra birkaç gün geri gelmedi. Ben çok merak ettim.
Normalde yarım günden fazla mesafeye gideceksek,
yuvalarımızı taşırdık. Babanın fazla uzaklara gitmesi
pek imkansızdı. Gönlüm hep bir kötülüğün kokusunu
alıyordu. O zamanlar sen kardeşlerin ile daha yeni
yumurtadan çıkmıştın. O yüzden sizleri bırakıp babanızı
aramaya gidemedim. Aradan birkaç ay geçtikten sonra
babanla beraber gidenler geri geldiler, ancak o zaman
hislerimin doğruluğunu, babanın insanların tuzağına
düştüğünü anladım. Sonraları onun hayatta kalan dostları
bir bir geri döndüler. Ama baban bir daha geri dönmedi.
Annemin ağlayacağını düşündüm. Ama onun gözlerinden
cesaret fışkırıyordu.
- Babam niye geri gelememiş.
diye sordum.
- Baban güvercinlerin lideriydi. Onda liderliğe layık
bir ruh olması lazım. Eğer o kendini koruyamazsa, bu
güvercin topluluğunu nasıl koruyacak? Bir lider
başkalarına esir düştükten ve köle olup yaşadıktan sonra
geri dönüp bu topluma liderlik yapamaz. Onun tek çıkış
yolu başkalarının
eline esir düşmemek ve onlara boyun eğmemektir. Baban
insanlar tarafından ele geçirilip kafese atıldıktan
sonra, bizim geleneklerimiz gereği dilini kendi
gagasıyla kesmiş, ve kafes yaşamına bir saniye bile
boyun eğmemiş. Kafes onun kırmızı kanıyla boyanmış.
Baban insanların verdiği su ve yemekleri yemeden tam bir
hafta ayakta kaldıktan sonra insanların elinde can
vermiş. Bu bizdeki özgürlük ruhu oğlum. Sende baban gibi
özgürlüğün koruyucusu olmalısın.
- Anne babam niye diğer güvercinler gibi fırsatını bulup
kaçmamış?
- Baban çocuklarının köleliğe düşmesini istememiştir.
İnsanlar babanı yakaladıktan sonra onu diğer
güvercinlerle çiftleştirerek çocuk yapmasını istemiş.
Ama baban gelecek evlatlarını kölelik yaşamına terk
etmeyi doğru bulmamıştır. Senin rüyanda gördüğün
güvercinler, çocuklarını köleliğe bırakarak kendi
canlarını kurtaran o güvercinlerin evlatlarıdır. Onlar
bugüne kadar insanların elinde ruhu köle olarak
yaşamaktadırlar. Öyle yaşamaktansa ölmek daha güzeldir.
Sen öylesine kahraman bir güvercinin çocuğusun, bunu
asla unutma.
Annemin sözleri ruhumu sarstı, öylesine kahraman bir
babanın oğlu olduğuma çok sevindim. Sadece bana ait olan,
çok mağrur bir duygunun içimde büyümeye başladığını
hissettim. Tüm vücudum ve kalbim güç ve gururla doldu.
İçimi dolduran sevgiyle anneme sarıldım.
- Haydi git oğlum, seni halkımıza güvercinler
topluluğuna adadım. Onlar lidersiz kalmasınlar. Bu
aralar insanlar değişik yollarla bizi ele geçirmekte, o
yüzden bize güvenli bir mekan bulmalısın, güle güle
oğlum.
Kanatlarım annemin göz yaşlarıyla ıslandı. Gördüğüm
rüyanın bu yolculuğun işareti olduğunu düşündüm. Asla
insanların tuzaklarına düşmeyeceğim diye düşündüm. Çok
uzun uçtum, önceleri nehir kıyılarını boylayarak uçtum.
Sonra bir mahalleye girdim. Bu rüyamda gördüğüm o
mahalle değildi ve o mahalle gibi kötü görünmüyordu.
Böyle olmasına rağmen dikkat etmek için yine de çok
yüksek uçtum. Kanatlarım yeterince güçlüydü. Şuan
kulaklarıma insanların sesi değil, rüzgarın hafif sesi
vurulmaya başladı. Bu uçuşumda kendi amacımdan fazla
uzaklaşmam doğru değildi. Eğer fazla uzaklara gidersem
bizim göç etmemiz zor olurdu. Doğrusu annemin göç
hakkındaki görüşlerine fazla katılmıyordum. Bizim
mekanımız çok yüksek uçurumların üzerindeydi. O yere
insan değil, kuşlar bile zor ulaşırdı. Biz evlattan
evlada orada yaşamış olmamıza rağmen şimdi göç etmek
zorunda kalmaktaydık. İnsanların o kadar güçlü oluşu
imkansızdı. Ben şuan onların üzerinde uçuyor ama hiçbir
tehlike göremiyordum. Belki annem fazla endişelenmiş
olabilirdi.Akşam oldu, her yer gece karanlığına büründü.
Bir gün uçtuktan sonra yorgun düşmüştüm. İnsanların
olduğu yerlere konmayı istememe rağmen, gece
karanlığında yolumu kaybetmemek için dinlenmem
gerekiyordu. Güney,kuzey ve batı taraflara bakmış,
oralarda bizim yaşamamıza uygun gelecek bir yere
rastlayamamıştım. Belki biraz yüksek uçtuğumdan olabilir
diye düşündüm ve yarın doğu yöne doğru biraz alçaktan
uçmayı düşündüm. Gece yıldızlar gökte parlıyordu. Böyle
güzellikle dolu olan dünyada o tür korkuyla yaşamanın
çok da aptallık olduğunu düşündüm. Yavaş yavaş aşağı
inerek bir ağacın üzerine kondum. Yarın nasıl bir
manzara içinde kalkacağımı bilmiyordum. Fazla ihtiyat
edip çok yüksek uçtuğum için, istediğim gibi bir yer
bulamamıştım. O yüzden yarın usulümü değiştirmeye,
alçaktan uçmaya karar verdim. Ezici bir ses beni tatlı
uykudan uyandırdı. Yorgunluktan çok ağır uyumuşum. Bir
güvercin sürüsü hemen yanı başımda uçuşuyordu. Onların
kanatlarından güzel bir ses geliyordu. Şaşakaldım onlar
benimle aynı güvercinlerdendi. Bir de rüyamda gördüğüm
güvercinlere de benziyordu. İlk bakışta pek de
benzemiyorlardı. Dün, bir gün boyunca hiçbir şey yemeden
uçtuğum için karnım çok acıkmıştı. Onlardan, bu civarda
yemek bulabileceğim güvenirli bir yer olup olmadığını
sormayı düşündüm. Onlar aniden yönlerini değiştirerek
mahalle dışına doğru uçmaya başladılar. Bende onların
arkasından geldim.
- Nereye gidiyorsunuz?
Geride kalan birinden sordum.
-Harmana
- Orada ne yapacaksınız?
- Yem arayacağız.
- O yem dediğin sizlerin yemeğiniz mi?
O sanki yabani bir mahluk görmüş gibi gözlerini kocaman
açarak bana baktı.
- Sen yabani misin?
- evet ben çilek vadisinden geldim.
Onların arkasından harmana doğru uçmaya başladım. Bu
yerde gerçekten yere gömülen buğdaylar var idi, tadı da
çok lezzetliydi. Bu iyi bir yermiş diye düşündüm.
Buralarda insanların gölgesi bile görünmüyordu. Değer
güvercinlerin rahat olduğuna bakarak ben de başka bir
şey düşünmeden karnımı doyurmaya başladım. Dış dünya
asla annemin söylediği gibi tehlikeli değildi.Çok rahat
bir biçimde önümdeki büyük bir buğdayı almak için
uzandım.Aniden şiddetle gelen bir güç boynumu sıkmaya
başladı. Hemen kalkıp kendimi havaya kaldırmaya çalıştım.
Ama bilmediğim bir güç aynı surette beni yere doğru
çekti. Vücudumu her tarafa vurmaya başladım. Diğer
güvercinler birden uçuştular. Sonunda yorularak yere
yattım. Bu rüyamda gördüğüm o görüntülere çok benziyordu.
Acaba insanların eline mi düştüm diye düşünmeye
başladım.Ama şuan yakın civarda kimse görünmüyordu. Ne
kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, aniden iki insan
başımda göründü. “Ah insanların eline düşmüşüm” dedim.
Onlar boynumu sıkan şeyi gevşettiler.
- Yabani
dedi onların içindeki genç olanı.
- Sıkı tut kaçmasın, kanatlarını bağlayacağım.
Onlar kanatlarımı birlikte bağladıktan sonra, boynumdan
tutarak gözlerime bakmaya başladılar.
- Vay be çok güzelmiş, bu defa şansımız geldi.
Yaşça büyük olanı beni eline alarak bakmaya başladı.
- Bunun bize bir yararı olmaz, bırakalım, baksana bu
dillerini çoktan dişleriyle kesmiş. Bu tür güvercinleri
ele geçirdiğimizde bırakmaktan başka çaremiz yok.
Normalde güvercinlerin liderleri böyle oluyor.
- En azında onu bir çiftleştirelim
- O artık yem yemeyecek, su içmeyecek, ta ölene kadar
sana direnecektir
- Boşu boşuna bırakacak mıyım?
Dedi genç olanı.
- Sen bilirsin, ama çok geçmeden söylediklerimin doğru
olduğunu göreceksin. Bende böyle birini yakalamıştım
önce bırakmak istemedim ama bir hafta sonra öldü.
- Ben bunu kesinlikle alıştıracağım.
Dedi o. Asla sana alışmayacağım, bir yolunu bulup
kaçacağım diye düşündüm.Annemin sözlerini unutarak bu
güne kaldığım için çok utandım. Güçle silkinerek onun
elleri arasından uçtum. Ama fazla uzağa gidemeden çamur
parçası gibi yere düştüm.
- İyi ki kanatlarını bağlamışım. Yoksa nerelere kaçardın?
O beni çuval gibi bir şeyin içine atarak bilmediğim bir
yere götürdü. Sonra kanatlarımı sıkı bağlayarak demirden
dokunmuş bir kafesin içine bıraktı.Kafesin içindeki
birkaç güvercin hemen bir köşeye çekildi.
- Aç olmalısın yoksa bir tane buğday için benim elime
düşmezdin.
O kafese bir avuç buğdayı serpti ve suyu doldurdu. Diğer
güvercinler hemen buğdayı yemeye başladılar. Ama ben o
derece sinirlenmiştim ki, eğer elimden gelse kafesin
duvarlarına çarparak ölmek isterdim. Ama kanatlarım çok
sıkı bağlandığı için hiçbir şekilde kıpırdayamadım.
Başımı zorla kaldırarak dikleşmekte olan güneşe baktım.
Evden ayrılalı bir gün bile olmadan insanların eline
düştüm. Annem bu halimi görse ne der diye düşünerek
yorgun halde uzandım.Rüyamda annemi görmüşüm. o masmavi
gök yüzünde durarak beni yanına çağırıyormuş. Ansızın
yanında babam da görünmeye başladı. Onun görüntüsü çok
heybetliydi. Ona hayranlık içinde bakakalmıştım. Onlar
sanki beni çağırıyor gibiydiler. Belki bana öyle gelmiş
olabilirdi. Onlara doğru uçmaya başladım. Onlara doğru
uçtukça onlar benden uzaklaşıyor, ben durduğumda onlarda
duruyorlardı. Uçarken ağzım kurumaya başladı. Anne su
diyerek uyandım. Başımda o kişi konuşuyordu.
- Bu çok inatçıymış, beş gündür bir lokma bile yemedi.
- Onun bizim için bir faydası olmadığını söylemedim mi
sana?
Bu yaşça büyük olanıydı.
- Böyle devam ederse ölecek. Ondan çocuklarıma çorba
yapayım daha iyi.
- Ondan ne kadar çorba olurdu. Şuan yersen belki de
zararı dokuna bilir. En iyisi bırak da gitsin. Boşu
boşuna böyle güzel bir güvercinin ölümüne sebep
olmayalım.
- Ama onu bırakırsak bize ne yararı dokunur ki.
- Şuanda da bir yararı olduğunu sanmıyorum.
- Çorba yapılacak bir şeymiş bu aslında.
O benim güçsüz kanatlarımı yavaşça okşadıktan sonra
kafese bıraktı. Gökte güneş parlıyordu. Tüm vücudumdaki
gücümü topladım ve göğe doğru yükselmeye çalıştım. Ama
kafesin demir telleri benim yolumu engelliyordu. Birkaç
gündür ona sürekli çarptıktan sonra, onu delip
geçemeyeceğimi anlamıştım. Ama vücudumda birazcık güç
biriktiği zaman hemen ona kendimi vuruyordum. Benim
delip geçmek istediğim bu demir kafes öylesine bir
kudretle inşa edilmiş ki, ona insanların tüm zekası
mücessem olmuş gibiydi.Onun deliklerinden dışarıdaki tüm
özgürlükleri görebiliyordum ama o
özgürlüklere kavuşmak asla mümkün değildi. Kafesin
içindeki hava ile dışarıdaki hava aynıydı, ama yaşam
usulü çok farklıydı. Bu kafesi yapanlar o kadar kötü
niyetli ve o kadar da acımasız idi ki, kendi özgürlüğü
için mücadele veren bu küçücük yaratığın çırpınışları
onları asla yumuşatamazdı. Şuan onlara hiçbir yararım
dokunmayacağını bildikleri halde beni köle yapmaya devam
ediyorlardı ve azıcık canından başka bir şeyi kalmayan
bu küçücük vücuduma işkence ederek amaçlarına ulaşmak
istiyorlardı. Onların bana yaptığı en kötü şey kendimi
öldürmek istesem de bunu yapabilmeme imkan bırakmamaları
idi. Kendi kendime şöyle diyordum ; “Ey özgürlüğün
düşmanı olan acımasız insan, benim intihar etmeme izin
ver veya beni özgür bırak!!!!” Aniden tanıdık bir koku
aldım. Vücudum birden güçle doldu. “Anne!” heyecanla
başımı kaldırdım. Annemin gözleri üzgün görünüyordu. O,
benim kırılan, buruşup kalan kanatlarıma acıklı
gözleriyle şöyle baktı.
- Özür diliyorum anne, sizin arzuladığınız gibi olamadım.
Sizin oğlunuz olmaya layık değilim.
Dedim ve suçlular gibi başımı yere eğdim. Utançtan tüm
vücudum yanıyordu. Annem gelene kadar intihar etmediğime
pişman oldum.
- Hayır oğlum sen elinden geleni yaptın, artık işlerini
sonuçlandır.
- Ama anne ben şuan bir esirim. O kadar güçsüzüm ki
ölmek istesem bile ölemiyorum.
- Evet görebiliyorum oğlum, o yüzden ben seni özgürlüğe
kavuşturmak için buraya geldim.
- Ama ben artık özgürlük istemiyorum anne. Bu halim ile
artık sizin oğlunuz olmaya layık değilim.
- Ben sana özgürlük getireceğim oğlum, sen yine benim
kahraman oğlum olacaksın. Sen köle gibi değil kahraman
gibi ölmelisin.
Annem konuşmasını bitirir bitirmez ağzındaki yemleri
çıkardı.
- Bunlar zehirli çilekler, bunları yediğin zaman onların
elinden kurtulacaksın. Sülalemizin şan- şerefini
koruyacaksın, şunu unutmamalısın ki, özgürlüğü
başkalarının sana olan acıma duygularını kazanarak elde
edemezsin. Onu elde etmek için kan dökmelisin, hadi
oğlum yaklaş bana.
Annemin cesaret uyandıran gözlerine son kez baktım. O
kadar da cesur ve emin gözlerdi ki. Kırılan gagamı ona
yaklaştırdım, bu özgürlüğümü sınırlayan engellerden
geçmeme yardımcı olacak olan en son silahım idi. Zehirli
çilek, özgürlüğün hitabı olarak vücuduma yerleşti.
Sonunda intihar etme imkanına kavuştuğum için mutluydum.
Ruhum huzur içinde yanmaya başladı. Gök yine de masmavi,
etraf sessiz, sakindi, dünya eskisi gibi güzel duruyordu.
Köşedeki birkaç güvercin bana şaşkınlık içinde bakıyordu.
Uygurcadan Çeviren Gökbayrak derğisi
http://www.gokbayrak.com/
|
|