M.Ö.220 ~

ana sayfa
Giris
Tarih
Cografya
Din-Dil
Kültür-Sanat
Ekonomi
Insan Haklari
Milli Mücadele
Düsünceler
Baglantilar
Irtibat

E-mail

DOGU TÜRKISTAN

DOĞU TÜRKİSTAN HABER MERKEZİ

 

Yabanı Güvercin

Nurmuhammed Yasin ÖRKİŞİ

24 Mart 2004 Meralbaşı-Kaşgar

 
Doğu Türkistan içinde ve Doğu Türkistan dışında büyük bir infial uyandıran (Yawu Kepter) Yabanı Güvercin isimli Hikaye Kaşgar Edebiyat Dergisinin 2004 Yılı 5 sayısında yayınlanmış olup Nevruz Edebiyat Ödülüne aday gösterildi.Zalim Çinli yetkililer Uygur Halkını bu güzel hikaye’den mahrum bıraktılar ve Dergiler toplatıldı.

Yazar bu hikayeden dolayı 10 sene hapse mahkum edildi. Hikayenin yazarı şimdi İnsan Hakları İhlalleri Bakımından Dünya rekoru kıran sözde Çin Halk Cumhuriyeti Hapishanesinde yatmaktadır.
Yazar bu hikaye ile Uygur halkının tarihi, bugün içinde yaşadığı zulmü aynen anlatmış ve Aynı zamanda Uygurların geleceği hakkında işaretler vermektedir.

Yine o masmavi gök yüzünde uçuyormuşum. Rüyamı görüyorum, uyanık mıyım veya her ikisi dışında başka bir alemde miyim bilmiyorum. Kanatlarımın altından hafif bir rüzgar esiyordu. Şu an vücudum güçle dolmuş ve daha da canlanmıştı. Mavi gök, parlayan güneş ışıklarıyla örtünmüş dünya. Bu ne kadar güzel bir manzara değil mi? Ben giderek canlanmaya başladım ve biraz daha yükseldim. Göz önündeki çilek vadileri kaybolmaya, dünya giderek büyümeye ve sanki yeşil bir örtü gibi görünmeye başladı. Bunlar, benim önceleri hiç görmediğim manzaralar ve hiç görmediğim yerler idi. Ama ben o toprakları kendi toprağım gibi gördüm, her yer aynı güzelliği yansıtıyordu.Yavaş yavaş aşağıdaki mahalle ve evler görünmeye başladı. Aşağıda küçücük bir şeyler kıpırdıyordu. Onların annemin söylediği insanlar olduğunu tahmin ettim. Ama onlar bana pek de tehlikeli gelmedi. Annemin yaşlandığını düşündüm. Yer yüzünde kıpırdayan o canlıların, bizim gibi gökte uçanlardan güçlü olduğuna pek de inanasım gelmiyordu. Belki de; bunları anlayabilecek kapasitede olmaya bilirim. Ama sonuçta ben insanları pek tehlikeli bulmadım. Annem; “ İnsanların içi hileyle dolu, eğer dikkat etmezsen bir anda onlara esir düşebilirsin.” demişti. Onların içindeki hünerlere bir bakmayı ve ve görmeyi düşündüm. Onların o hünerlerini niçin içlerine gizlediklerini bir türlü anlayamamıştım. Yavaş yavaş alçaktan uçmaya ve mahalle üstünde dönmeye başladım. Her şey daha da açık görünmeye başladı. Aşağıda, insanların haricinde koyun, öküz, tavuk gibi benim hayatımda hiç görmediğim bir sürü canlı vardı. Bir top güvercin sürüsü havada uçuşuyordu, az bir kısmı ise onların dinlenmesi için yapılan pervaz üzerine konmuş dinleniyorlardı. Onlarla sohbet etmek için yanlarına kondum. Doğrusu sohbet etmek için mi kondum veya dinlenmek için mi, şuan pek iyi hatırlamıyorum. O zaman düşüncelerim biraz karışmıştı. Kısacası onların yaşantısı benim ilgimi çekmişti.

- Nerden geldin?
diye sordu, onların içinde yaşça büyükçe olan biri. Ben, onun bu güvercin sürülerinin başı olup olmadığını kestiremedim. Doğrusu onun ne oluşu beni fazla ilgilendirmiyordu. Çünkü, ben onların sürülerinden değildim, o yüzden onun benim için önemli olan bir yanı yoktu.
- Çilek vadisinden geldim.
Diye cevapladım.
- Dedemden duymuştum, bizim ecdatlarımız oradan gelmiş. Ama orası birkaç ay mesafe uzaktaymış. Biz normalde birkaç günlük mesafeye bile uçamıyoruz. Sen yolunu kaybetmiş olmalısın?
Ben onun birkaç günlük mesafeye bile uçamayacağına çok şaşırdım. Belki yanlış anlamış olabilirim diye düşündüm. Onun bahsetmiş olduğu çilek vadisinin, benim geldiğim yerle aynı yer olup olmadığını da bilemedim. Eğer onun dedeleri gerçekten bizim oralardan gelmişse. Biz de kardeş olmalıydık
- Ben yolumu kaybettiğimden değil, uçmayı öğrenirken buraya geldim. Hiçbir şey yemeden birkaç gün uçabilirim.
diye cevap verdim.O bana şaşkınlık içinde bakmaya başladı.
- öyleyse sen yabani olmalısın. Sizinkiler hep böyle konuşuyorlar. Ama bizde öyle cesaret yok. Biz kafes ile tünekten başka bir şey bilmiyoruz. Ben bu mahallenin ötesine hiç geçmedim. Oralarda ne işim var benim. Burada konmak istersem tüneği, uyumak istersem kafesim varken oralarda boşuna yorulmaya ne lüzum var. Üstelik çoluk çocuğum var, bu saatten sonra uçup nereye varabilirim ki? sahibimiz de bize çok iyi davranıyor.
Yaşça büyük olan güvercin gagasıyla kaşınmaya başladı.
- İnsanların çok acımasız olduklarını duydum, eğer bizi yakalarlarsa ruhumuzu köle yaparmış bu doğrumu?
- Ruh mu?
Yanımdaki küçük güvercin bayağı şaşırmış gibiydi. Bu güvercinler çocuklarını nasıl yetiştiriyorlar? Ruhsuz yaşamın ne anlamı var? Bu ruhsuz yaşamları onları neye dönüştürmüş olabilir? Onlar niçin ruhu bilmiyorlar? Ruh ve özgürlüğü hediye edilerek veya dileyerek elde etmeyi umuyordu. Ama bu masum güvercinlere ruhi özgürlüğe sahip olan bir mekanın ne kadar da gerekli olduğunu düşündüm. Onlar ruh kelimesini hiç duymamış gibiydiler. Yaşça büyük olan güvercin küçük güvercinin başını okşayarak konuşmaya başladı.
- Ruhun ne olduğunu bende bilmiyorum. Onu dedemden duymuştum, şuan ikinci defa duyuyorum. Dedem de dedesinden duymuş. Belki dedemin dedesi de dedesinden duymuş olabilir. Dedem her zaman “ Bizde ruh yok olalı uzun zamanlar oldu” diyordu. Şuan bu kardeşimizin söylediği, bizim uzun zamanlar önce kaybettiğimiz o ruh olabilir. Ama şuan bizde onun gölgesi bile kalmadı.
Yaşça küçük olan güvercin bana baktı ve;
- Sen bize anlatsana o ruh dediğin nasıl bir şey?
diye sordu.Ben biraz şaşırdım. Kendi söylediğim söze kendim cevap verememekten korktum.
- Şuan bende pek iyi bilmiyorum. Ama annem bana “ Sende babanın kahraman ruhu var, o gün geçtikçe olgunlaşacaktır” demişti. O bende olgunlaştığı zaman onu düşünmeye çalışacağım.
- Anlaşılan sende babanın ruhu varmış. Ama tüm güvercin topluluğunun ruhu çoktan yok olmuştur. Annelerimiz bize hiçbir zaman ruh konusunda söz etmediler. Bu konuda babalarımızdan da bir şey duymadık. Bende çocuklarıma bunu söylemeyi unuttum. Biz ruhsuzluk devrine çoktan girmişiz. Eğer kaybettiğimiz şu ruhumuzun nasıl bir şey olduğunu bir öğrenebilsek çok iyi olurdu.
Yaşlı güvercin ağır bir nefes aldı.
- Sizler bu ruhsuzluğunuz yüzünden evlattan evlada köle olarak yaşıyorsunuz ve sahibinizin istediği zaman yiyeceği yemeği oluyorsunuz. Onlar sizleri öylesine bir köle yapmışlar ki, sizleri özgür bıraksalar bile fazla uzağa gitmeden onların etrafında dönüp duruyorsunuz. Azıcık yiyecekten mahrum kalmamak için kendi evlatlarınızı bile kölelik zincirine teslim etmişsiniz. Sizlere bizim liderlerimiz gibi bir lider gerekiyormuş. Ama sizlerin şuan ki bu durumunuza bakılırsa, sizlerden öyle bir umut bulmak imkansız. Sizlerin, önce vücudunuzdaki o kölelik duygularını yok etmeleriniz gerekiyor. Önemlisi ruhun ne olduğunu öğrenmelisiniz. Niçin benimle beraber gelip annemden sormuyorsunuz? Yaşlı güvercine biraz acıyarak sordum. Bu konuyu onun öğrenmesini istedim yoksa bu bahane ile kendim mi öğrenmek istedim, bilmiyorum. Her ikisi de olabilirdi.
- Ölüm bana çok yakın. Bu kadar güvenceli bir kafesim varken, ruh arayacağım diye nereye varayım. Ayrıca onun nasıl bir şey olduğunu bilmediğim halde, onu bulsam da ne işime yarar. Gördüğün gibi ruh olmasa da kafeste rahat yaşanabiliyor. Üstelik hiç işe yaramayan o şeyi taşımak çok yorucu bir iş değil mi?
Yaşlı güvercinin sözlerini düşünmeye başladım. Onun söyledikleri bir bakıma doğru, bir bakıma ise yanlışmış gibi geliyordu. Ama hayatta hiçbir amacı ve ruhu olmayan bu güvercin ile ruh hakkında konuşmak bana biraz utandırıcı gelmeye başladı. Bu meseleyi gidip annemden sormayı düşündüm.Bir top güvercin yanıma kondu ve kendi aralarında konuşmaya başladılar. Onların kullandığı bazı kelimelerin anlamını hiç çıkaramadım. Kendi dillerinde konuşmuş olabilirler diye düşündüm. Normalde bizim oralara da ara sıra bu tür yabancılar geliyordu. Ama bu güvercinlerin kim olduklarını, yaşlı güvercinin nesi olduklarını bilemedim. Ayrıca onların kendi aralarında mı konuştuklarını yoksa benimle mi konuşmak istediklerini kestiremedim.
- Nasılsın yavrum?
Yaşlı güvercin yanındaki küçük güvercinin tüylerini gagasıyla okşayarak sordu.
- İyi değilim, çok acıktım. Annem niçin bize yiyecek vermiyor.
O yemek veya mısır gibi bir şeyin adını söyledi. Darı veya kendir de demiş olabilirdi. Doğrusu benim hiç bilmediğim yabancı bir isim söylemişti. Allah Allah insanların beslediği güvercinler gerçekten çok acayip oluyormuş. Hatta yemeklerine bile birkaç çeşit ad takıyormuş diye şaşırdım.
- Annenin artık yeni kardeşlerini dünyaya getirebilmek için biraz kuvvet toplaması lazım. Sahibimiz yemek verene kadar sabret olur mu canım.
- Hayır beklemeyeceğim. Kendim gidip yiyecek bulacağım.
- Canım yavrum beni dinle, oralar çok tehlikeli yerler. Kötü insanlar seni yakalayıp yiyecekler. O taraflara gitme tamam mı?
Küçük güvercin homurdanarak sustu. Göründüğü kadarıyla bu gruptaki güvercinler, bu yaşlı güvercinin sözünü dinliyordu. Onların kendilerini yakalayıp yiyebilen insanlar ile bir arada yaşayabildiklerini hiç anlayamadım. Acaba bu “yemek” kelimesini yanlış mı anladım? O belki siyah, ,iyi gibi normal bir kelime olabilir. Yabancı kelime olduğu için yanlış anlamış olabilirim. Ama bana göre, bu tüm güvercinlerin bilmesi gereken önemli bir kelimeydi. Annem her zaman insanlara dikkat etmemi, onların bizi yakalayıp yiyebileceklerini söylüyordu. Ama bu kelimenin bu yerdeki anlamı değişmiş gibiydi. Zira bu güvercinler eğer insanların onları yakalayıp yemelerinden bu kadar korksalardı, onlarla böylesine bir arada yaşamazlardı. Uçabilecek kanatları olduğu için, istedikleri yerlere gidebilirlerdi. Ama onlar kanatlarının olduğunu unutmuş gibiydiler. Kafes yaşamına alıştıkları için buradan gitmeyi istememiş olabilirlerdi.
- Öyleyse bizim sahibimiz iyi mi?
Küçük güvercin yaşlı olana soru sormaya başladı.
- Elbette
- Ama o da diğer insanlar gibi bizi istediği zaman yiyor.
- Bu onların seni yediğine benzemiyor. Sahibimiz bizi kafeste beslediği için yemeye de haklı. Bizim buna karşı gelmemiz yanlıştır. Ben sonunda “yemek” kelimesini kendimce yanlış yorumladığımı anladım.
- Ama onun bana verdiği yemekleri büyükler yiyor. Bana bir şey kalmıyor, çok zayıfladım ve ne yapacağımı bilemiyorum.
- Sende yavaş yavaş büyüyeceksin ve nasıl yemen gerektiğini, kendin yiyebilecek şeyleri başkalarına kaptırmamayı öğreneceksin. Bizim yaşam usulümüz böyle.
- Ama dede
- Yeter canım fazlasıyla soru soruyorsun. Güvercinlerin kanaat etmeyi bilmeleri lazım. Bilmediğin şeyleri tartışma tamam mı?
- Onun özgürlüğünü fazlasıyla kısıtlamışsınız. Ona da biraz fırsat verin de özgür yaşasın.
Yaşlı güvercinin konuşmasına karışmak istemememe rağmen, daha fazla dayanamadım.
- Sen bizim durumumuzu pek bilmiyorsun. Eğer sahibimizi kızdıracak olursak veya onun çizdiği sınırdan çıkmaya kalkarsak hepimizi kafese atacaktır. Birkaç aya kadar dışarı çıkmamız mümkün olmayacak ve şuan sahip olduğumuz küçücük darı huzurundan bile mahrum kalacağız.
Kafesin nasıl bir şey olduğunu hiç anlayamadım. Bu güvercinler ona mahkum olmaktan ne kadar korkuyorlarsa ondan ayrı kalmaktan da o kadar korkuyorlardı. Güvercinlerin anlaşılması en zor olanı, insanlar ile beraber yaşayan güvercinler olmalı diye düşündüm ve bu görüşlerimi yaşlı güvercine anlatmayı düşündüm. Ama bunları ona anlatıp anlatmadığımı şuan pek hatırlamıyorum. Belki bir kelime karşılık bile vermemiştir.
- Sizde, güçlü olan zayıfların haklarını çalıyormuş ve sizler onların buna karşı gelmelerini de yasaklıyormuşsunuz. Ayrıca yapmış olduklarınızı sanki doğru bir davranış gibi göstermeye çalışıyormuşsunuz. Bu tür yaşam ortamı çocuklarınızın büyümesi ve yaşamasına hiç de müsait değilmiş. Sizler ne durumda olduğunuzun farkına varamayacak hale gelmişsiniz ve insanlar gibi kötüleşmeye başlamışsınız.
Dedim ona.
- İnsanlar hakkında böyle laf atamazsın. Eğer onlar olmasaydı bizim bu günümüzde olmazdı. Bu tür yanlış görüşlerini başka yerlerde söyle.
Dedi yaşlı güvercin çok sert bir tavırla. Benim iyi niyette söylediğim bu sözlere onun neden bu kadar sert tepki gösterdiğini bir türlü anlayamadım. Eğer gerçekten beni yanlış anladıysa ona bir daha anlatmalıydım.
- Sizlerde sorumluluk diye bir şey yokmuş. Kendi çocuklarınızı bilerek ateşe atıyormuşsunuz.
Konuşmamı biraz daha duygulu kelimelerle sonlandırmayı düşünmüştüm. Tam o sırada sert bir ses geldi ve bacağım dayanılmaz derecede acımaya başladı.Uçmak için kanatlarımı açmış olmama rağmen, kanatlarım havada asılı kaldı.Yanımdaki güvercinler bir anda uçuştular ve üstümde dönmeye başladılar. ”He he he özgür yaşayıcı kafese hoş geldin. bakalım bir daha öyle konuşabilir misin.” Pusuya düştüğümü anladım. Yaşlı güvercinin sabahtan beri beni konuşturarak,sahibinin beni tutması için oyaladığını anladım. İçim acıyla doldu. Benim başıma gelen bu tehlike başkalarından değil azıcık menfaate aldanan kendi kardeşlerimden gelmişti. Onların insanlardan yana olarak beni onlara tutuklatacağını hiç düşünmemiştim. Asla insanların eline düşmemek lazım sözü hemen kafamdan geçti. Eğer iki bacağımı kesebilsem, yine özgür olabilirdim. O yüzden var gücümle iki tarafa kendimi vurmaya başladım.
- Hadi kalk oğlum, ne oldu sana.
Gözlerimi açtığımda annem başımda duruyordu. Şükürler olsun sapasağlam duruyordum. İki bacağım da yerindeydi.
- Kabus mu gördün?
Dedi annem.
- Çok korkunç bir rüya görmüşüm. dedim anneme sarılarak ve rüyamda gördüklerimi anlatmaya başladım.
- Sen bizden sonraki evlatlarımızın başına gelecekleri görmüşsün.İnsanlar,gün geçtikçe bizim yaşam alanımıza bastırıp gelmekte. Onlar bizi kadim zamanlardan beri yaşadığımız topraklardan kovmayı ve bizim topraklarımıza sahiplenmeyi, Evlatlarımızı ise senin rüyanda gördüğün gibi ecdadını tanımayan melezlere dönüştürmeyi hayal ediyorlar. Belki çok geçmeden bu yerlere yüksek binalar, fabrikalar yapılabilir. O zaman sanayiden çıkan zehirli maddeler ve gazlar bizim bu güzel çevremizi yok edecektir. Şehirlerin arasında kalan nehirlerimizde, şimdiki bal gibi suların yerine kirli sular akacaktır. İnsanların işgali çok korkunç olacaktır. Ne olduğunu bilemezsen bile. Evlatların senin yaşadığın temiz güzel çevreyi göremeyecek ve dünya doğuştan böyle diyeceklerdir. Çaresiz halde insanların oyununa geleceklerdir. İnsanlar gün geçtikçe bizi zorlamakta ve bize çok yaklaşmış durumdular. Bizim bir çıkış yolu bulmamız lazım, kendi kendimizi kurtarmazsak kimse bizi kurtaramaz. Hadi dışarı çıkalım, sana babanı anlatmanın zamanı geldi sanırım.Annem benimle dışarı çıktı. Etrafımız tamamıyla yabani otlarla örtülmüş, hiç ayak değmemiş geniş bir vadiydi. Biz nehir kıyısındaki yüksek bir uçurumda duruyorduk. Bu yere binlerce güvercin yerleşmiş ve evlatlarını burada yetiştiriyorlardı. Altımızdan geçen berrak nehir suyu sanki şarkı söylüyor gibiydi. Bize göre bu topraklar dünyada dengi olmayan güzel ve mutlu bir mekan idi. Eğer insanlar olmasaydı biz sonsuza dek bu topraklarda yaşayacaktık, ah insanlar sizler.
- İşte bu senin mekanın, ecdatlarının yaşadığı topraklar. Senin deden,baban bu toprakları yaşatıp, buradaki güvercin topluluklarına liderlik yaparak yaşadılar, o yüzden bizim bu topluluk arasındaki yerimiz çok farklı ve görevimizde çok ağırdır. Senin baban gibi güçlü olman için her sabah erkenden uyandırıp uzak mesafelere kadar götürüp uçuşu öğretmeye, Kanatlarını güçlendirmeye, kaslarını sağlamlaştırmaya ve aklını geliştirmeye çalışacağım. Şuan fizik olarak bayağı iyi durumdasın, sıra akıl eğitiminde. İnsanlara her zaman dikkat etmelisin. Onlar yerde yürüdüğü için bize zarar veremez diye düşünme. Tüfek dedikleri şeyle seni birkaç yüz metreden bile rahatlıkla vurabilirler. Babanın nasıl öldüğünü biliyor muydun?
- Hayır, siz bana hiç anlatmamıştınız.
- Artık anlatmanın zamanı geldi. Daha birkaç gün önce buralarda dolaşan birkaç insan gördüm. Onlar bizim arkamıza düşmüş olmalı. Onlar gelmeden önce daha güvenli bir mekan bulmamız lazım. Baban da o insanların elinde can vermişti.
- Anne anlatır mısın, babam nasıl olup onların eline düşmüştü.
Annem biraz sustu, belki üzülmüş olabilir diye düşündüm.
- O gün, baban bize yiyecek bulmak için bir sürü güvercinle beraber çıkmıştı. Normalde her zaman bize zarar gelmeyen ve yiyecek bol olan bir yer bulurduk. Baban güvercinlerin lideri olduğu için bu ağır görev doğal olarak onun üzerine düşüyordu. Baban çıktıktan sonra birkaç gün geri gelmedi. Ben çok merak ettim. Normalde yarım günden fazla mesafeye gideceksek, yuvalarımızı taşırdık. Babanın fazla uzaklara gitmesi pek imkansızdı. Gönlüm hep bir kötülüğün kokusunu alıyordu. O zamanlar sen kardeşlerin ile daha yeni yumurtadan çıkmıştın. O yüzden sizleri bırakıp babanızı aramaya gidemedim. Aradan birkaç ay geçtikten sonra babanla beraber gidenler geri geldiler, ancak o zaman hislerimin doğruluğunu, babanın insanların tuzağına düştüğünü anladım. Sonraları onun hayatta kalan dostları bir bir geri döndüler. Ama baban bir daha geri dönmedi.
Annemin ağlayacağını düşündüm. Ama onun gözlerinden cesaret fışkırıyordu.
- Babam niye geri gelememiş.
diye sordum.
- Baban güvercinlerin lideriydi. Onda liderliğe layık bir ruh olması lazım. Eğer o kendini koruyamazsa, bu güvercin topluluğunu nasıl koruyacak? Bir lider başkalarına esir düştükten ve köle olup yaşadıktan sonra geri dönüp bu topluma liderlik yapamaz. Onun tek çıkış yolu başkalarının
eline esir düşmemek ve onlara boyun eğmemektir. Baban insanlar tarafından ele geçirilip kafese atıldıktan sonra, bizim geleneklerimiz gereği dilini kendi gagasıyla kesmiş, ve kafes yaşamına bir saniye bile boyun eğmemiş. Kafes onun kırmızı kanıyla boyanmış. Baban insanların verdiği su ve yemekleri yemeden tam bir hafta ayakta kaldıktan sonra insanların elinde can vermiş. Bu bizdeki özgürlük ruhu oğlum. Sende baban gibi özgürlüğün koruyucusu olmalısın.
- Anne babam niye diğer güvercinler gibi fırsatını bulup kaçmamış?
- Baban çocuklarının köleliğe düşmesini istememiştir. İnsanlar babanı yakaladıktan sonra onu diğer güvercinlerle çiftleştirerek çocuk yapmasını istemiş. Ama baban gelecek evlatlarını kölelik yaşamına terk etmeyi doğru bulmamıştır. Senin rüyanda gördüğün güvercinler, çocuklarını köleliğe bırakarak kendi canlarını kurtaran o güvercinlerin evlatlarıdır. Onlar bugüne kadar insanların elinde ruhu köle olarak yaşamaktadırlar. Öyle yaşamaktansa ölmek daha güzeldir. Sen öylesine kahraman bir güvercinin çocuğusun, bunu asla unutma.
Annemin sözleri ruhumu sarstı, öylesine kahraman bir babanın oğlu olduğuma çok sevindim. Sadece bana ait olan, çok mağrur bir duygunun içimde büyümeye başladığını hissettim. Tüm vücudum ve kalbim güç ve gururla doldu. İçimi dolduran sevgiyle anneme sarıldım.
- Haydi git oğlum, seni halkımıza güvercinler topluluğuna adadım. Onlar lidersiz kalmasınlar. Bu aralar insanlar değişik yollarla bizi ele geçirmekte, o yüzden bize güvenli bir mekan bulmalısın, güle güle oğlum.
Kanatlarım annemin göz yaşlarıyla ıslandı. Gördüğüm rüyanın bu yolculuğun işareti olduğunu düşündüm. Asla insanların tuzaklarına düşmeyeceğim diye düşündüm. Çok uzun uçtum, önceleri nehir kıyılarını boylayarak uçtum. Sonra bir mahalleye girdim. Bu rüyamda gördüğüm o mahalle değildi ve o mahalle gibi kötü görünmüyordu. Böyle olmasına rağmen dikkat etmek için yine de çok yüksek uçtum. Kanatlarım yeterince güçlüydü. Şuan kulaklarıma insanların sesi değil, rüzgarın hafif sesi vurulmaya başladı. Bu uçuşumda kendi amacımdan fazla uzaklaşmam doğru değildi. Eğer fazla uzaklara gidersem bizim göç etmemiz zor olurdu. Doğrusu annemin göç hakkındaki görüşlerine fazla katılmıyordum. Bizim mekanımız çok yüksek uçurumların üzerindeydi. O yere insan değil, kuşlar bile zor ulaşırdı. Biz evlattan evlada orada yaşamış olmamıza rağmen şimdi göç etmek zorunda kalmaktaydık. İnsanların o kadar güçlü oluşu imkansızdı. Ben şuan onların üzerinde uçuyor ama hiçbir tehlike göremiyordum. Belki annem fazla endişelenmiş olabilirdi.Akşam oldu, her yer gece karanlığına büründü. Bir gün uçtuktan sonra yorgun düşmüştüm. İnsanların olduğu yerlere konmayı istememe rağmen, gece karanlığında yolumu kaybetmemek için dinlenmem gerekiyordu. Güney,kuzey ve batı taraflara bakmış, oralarda bizim yaşamamıza uygun gelecek bir yere rastlayamamıştım. Belki biraz yüksek uçtuğumdan olabilir diye düşündüm ve yarın doğu yöne doğru biraz alçaktan uçmayı düşündüm. Gece yıldızlar gökte parlıyordu. Böyle güzellikle dolu olan dünyada o tür korkuyla yaşamanın çok da aptallık olduğunu düşündüm. Yavaş yavaş aşağı inerek bir ağacın üzerine kondum. Yarın nasıl bir manzara içinde kalkacağımı bilmiyordum. Fazla ihtiyat edip çok yüksek uçtuğum için, istediğim gibi bir yer bulamamıştım. O yüzden yarın usulümü değiştirmeye, alçaktan uçmaya karar verdim. Ezici bir ses beni tatlı uykudan uyandırdı. Yorgunluktan çok ağır uyumuşum. Bir güvercin sürüsü hemen yanı başımda uçuşuyordu. Onların kanatlarından güzel bir ses geliyordu. Şaşakaldım onlar benimle aynı güvercinlerdendi. Bir de rüyamda gördüğüm güvercinlere de benziyordu. İlk bakışta pek de benzemiyorlardı. Dün, bir gün boyunca hiçbir şey yemeden uçtuğum için karnım çok acıkmıştı. Onlardan, bu civarda yemek bulabileceğim güvenirli bir yer olup olmadığını sormayı düşündüm. Onlar aniden yönlerini değiştirerek mahalle dışına doğru uçmaya başladılar. Bende onların arkasından geldim.
- Nereye gidiyorsunuz?
Geride kalan birinden sordum.
-Harmana
- Orada ne yapacaksınız?
- Yem arayacağız.
- O yem dediğin sizlerin yemeğiniz mi?
O sanki yabani bir mahluk görmüş gibi gözlerini kocaman açarak bana baktı.
- Sen yabani misin?
- evet ben çilek vadisinden geldim.
Onların arkasından harmana doğru uçmaya başladım. Bu yerde gerçekten yere gömülen buğdaylar var idi, tadı da çok lezzetliydi. Bu iyi bir yermiş diye düşündüm. Buralarda insanların gölgesi bile görünmüyordu. Değer güvercinlerin rahat olduğuna bakarak ben de başka bir şey düşünmeden karnımı doyurmaya başladım. Dış dünya asla annemin söylediği gibi tehlikeli değildi.Çok rahat bir biçimde önümdeki büyük bir buğdayı almak için uzandım.Aniden şiddetle gelen bir güç boynumu sıkmaya başladı. Hemen kalkıp kendimi havaya kaldırmaya çalıştım. Ama bilmediğim bir güç aynı surette beni yere doğru çekti. Vücudumu her tarafa vurmaya başladım. Diğer güvercinler birden uçuştular. Sonunda yorularak yere yattım. Bu rüyamda gördüğüm o görüntülere çok benziyordu. Acaba insanların eline mi düştüm diye düşünmeye başladım.Ama şuan yakın civarda kimse görünmüyordu. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, aniden iki insan başımda göründü. “Ah insanların eline düşmüşüm” dedim. Onlar boynumu sıkan şeyi gevşettiler.
- Yabani
dedi onların içindeki genç olanı.
- Sıkı tut kaçmasın, kanatlarını bağlayacağım.
Onlar kanatlarımı birlikte bağladıktan sonra, boynumdan tutarak gözlerime bakmaya başladılar.
- Vay be çok güzelmiş, bu defa şansımız geldi.
Yaşça büyük olanı beni eline alarak bakmaya başladı.
- Bunun bize bir yararı olmaz, bırakalım, baksana bu dillerini çoktan dişleriyle kesmiş. Bu tür güvercinleri ele geçirdiğimizde bırakmaktan başka çaremiz yok. Normalde güvercinlerin liderleri böyle oluyor.
- En azında onu bir çiftleştirelim
- O artık yem yemeyecek, su içmeyecek, ta ölene kadar sana direnecektir
- Boşu boşuna bırakacak mıyım?
Dedi genç olanı.
- Sen bilirsin, ama çok geçmeden söylediklerimin doğru olduğunu göreceksin. Bende böyle birini yakalamıştım önce bırakmak istemedim ama bir hafta sonra öldü.
- Ben bunu kesinlikle alıştıracağım.
Dedi o. Asla sana alışmayacağım, bir yolunu bulup kaçacağım diye düşündüm.Annemin sözlerini unutarak bu güne kaldığım için çok utandım. Güçle silkinerek onun elleri arasından uçtum. Ama fazla uzağa gidemeden çamur parçası gibi yere düştüm.
- İyi ki kanatlarını bağlamışım. Yoksa nerelere kaçardın?
O beni çuval gibi bir şeyin içine atarak bilmediğim bir yere götürdü. Sonra kanatlarımı sıkı bağlayarak demirden dokunmuş bir kafesin içine bıraktı.Kafesin içindeki birkaç güvercin hemen bir köşeye çekildi.
- Aç olmalısın yoksa bir tane buğday için benim elime düşmezdin.
O kafese bir avuç buğdayı serpti ve suyu doldurdu. Diğer güvercinler hemen buğdayı yemeye başladılar. Ama ben o derece sinirlenmiştim ki, eğer elimden gelse kafesin duvarlarına çarparak ölmek isterdim. Ama kanatlarım çok sıkı bağlandığı için hiçbir şekilde kıpırdayamadım. Başımı zorla kaldırarak dikleşmekte olan güneşe baktım. Evden ayrılalı bir gün bile olmadan insanların eline düştüm. Annem bu halimi görse ne der diye düşünerek yorgun halde uzandım.Rüyamda annemi görmüşüm. o masmavi gök yüzünde durarak beni yanına çağırıyormuş. Ansızın yanında babam da görünmeye başladı. Onun görüntüsü çok heybetliydi. Ona hayranlık içinde bakakalmıştım. Onlar sanki beni çağırıyor gibiydiler. Belki bana öyle gelmiş olabilirdi. Onlara doğru uçmaya başladım. Onlara doğru uçtukça onlar benden uzaklaşıyor, ben durduğumda onlarda duruyorlardı. Uçarken ağzım kurumaya başladı. Anne su diyerek uyandım. Başımda o kişi konuşuyordu.
- Bu çok inatçıymış, beş gündür bir lokma bile yemedi.
- Onun bizim için bir faydası olmadığını söylemedim mi sana?
Bu yaşça büyük olanıydı.
- Böyle devam ederse ölecek. Ondan çocuklarıma çorba yapayım daha iyi.
- Ondan ne kadar çorba olurdu. Şuan yersen belki de zararı dokuna bilir. En iyisi bırak da gitsin. Boşu boşuna böyle güzel bir güvercinin ölümüne sebep olmayalım.
- Ama onu bırakırsak bize ne yararı dokunur ki.
- Şuanda da bir yararı olduğunu sanmıyorum.
- Çorba yapılacak bir şeymiş bu aslında.
O benim güçsüz kanatlarımı yavaşça okşadıktan sonra kafese bıraktı. Gökte güneş parlıyordu. Tüm vücudumdaki gücümü topladım ve göğe doğru yükselmeye çalıştım. Ama kafesin demir telleri benim yolumu engelliyordu. Birkaç gündür ona sürekli çarptıktan sonra, onu delip geçemeyeceğimi anlamıştım. Ama vücudumda birazcık güç biriktiği zaman hemen ona kendimi vuruyordum. Benim delip geçmek istediğim bu demir kafes öylesine bir kudretle inşa edilmiş ki, ona insanların tüm zekası mücessem olmuş gibiydi.Onun deliklerinden dışarıdaki tüm özgürlükleri görebiliyordum ama o
özgürlüklere kavuşmak asla mümkün değildi. Kafesin içindeki hava ile dışarıdaki hava aynıydı, ama yaşam usulü çok farklıydı. Bu kafesi yapanlar o kadar kötü niyetli ve o kadar da acımasız idi ki, kendi özgürlüğü için mücadele veren bu küçücük yaratığın çırpınışları onları asla yumuşatamazdı. Şuan onlara hiçbir yararım dokunmayacağını bildikleri halde beni köle yapmaya devam ediyorlardı ve azıcık canından başka bir şeyi kalmayan bu küçücük vücuduma işkence ederek amaçlarına ulaşmak istiyorlardı. Onların bana yaptığı en kötü şey kendimi öldürmek istesem de bunu yapabilmeme imkan bırakmamaları idi. Kendi kendime şöyle diyordum ; “Ey özgürlüğün düşmanı olan acımasız insan, benim intihar etmeme izin ver veya beni özgür bırak!!!!” Aniden tanıdık bir koku aldım. Vücudum birden güçle doldu. “Anne!” heyecanla başımı kaldırdım. Annemin gözleri üzgün görünüyordu. O, benim kırılan, buruşup kalan kanatlarıma acıklı gözleriyle şöyle baktı.
- Özür diliyorum anne, sizin arzuladığınız gibi olamadım. Sizin oğlunuz olmaya layık değilim.
Dedim ve suçlular gibi başımı yere eğdim. Utançtan tüm vücudum yanıyordu. Annem gelene kadar intihar etmediğime pişman oldum.
- Hayır oğlum sen elinden geleni yaptın, artık işlerini sonuçlandır.
- Ama anne ben şuan bir esirim. O kadar güçsüzüm ki ölmek istesem bile ölemiyorum.
- Evet görebiliyorum oğlum, o yüzden ben seni özgürlüğe kavuşturmak için buraya geldim.
- Ama ben artık özgürlük istemiyorum anne. Bu halim ile artık sizin oğlunuz olmaya layık değilim.
- Ben sana özgürlük getireceğim oğlum, sen yine benim kahraman oğlum olacaksın. Sen köle gibi değil kahraman gibi ölmelisin.
Annem konuşmasını bitirir bitirmez ağzındaki yemleri çıkardı.
- Bunlar zehirli çilekler, bunları yediğin zaman onların elinden kurtulacaksın. Sülalemizin şan- şerefini koruyacaksın, şunu unutmamalısın ki, özgürlüğü başkalarının sana olan acıma duygularını kazanarak elde edemezsin. Onu elde etmek için kan dökmelisin, hadi oğlum yaklaş bana.
Annemin cesaret uyandıran gözlerine son kez baktım. O kadar da cesur ve emin gözlerdi ki. Kırılan gagamı ona yaklaştırdım, bu özgürlüğümü sınırlayan engellerden geçmeme yardımcı olacak olan en son silahım idi. Zehirli çilek, özgürlüğün hitabı olarak vücuduma yerleşti. Sonunda intihar etme imkanına kavuştuğum için mutluydum. Ruhum huzur içinde yanmaya başladı. Gök yine de masmavi, etraf sessiz, sakindi, dünya eskisi gibi güzel duruyordu. Köşedeki birkaç güvercin bana şaşkınlık içinde bakıyordu.

Uygurcadan Çeviren Gökbayrak derğisi
http://www.gokbayrak.com/
 


© ETIC.  Her Hakkı Saklıdır. Son Değişiklik: 26.01.2008 12:22   Hazirlayan: A. Karakash