|
Burada Mehmet Emin Buğra Hazretim’in yanında uzun yıllar
bulunmuş sayın büyüklerimiz varken, benim Mehmet Emin
Buğra hakkında konuşmam oldukça zor olacaktır. Fakat
affınıza sığınarak dilimin döndüğünce, rahmetlinin
hayatından, düşüncelerinden ve siyasi kişiliğinden
kesitler sunmaya çalışacağım.
Zaman münasebetiyle Hazretimin hayatını detaylı
anlatmayacağım sadece kısa alıntılarla çok yönlü
tarafını ortaya koymaya çalışacağım. Mehmet Emin Buğra,
1901 yılında Doğu Türkistan’ın Hotan şehrinde saygın bir
müderris ailesinde dünyaya geldi. Yörenin sayılı din
alimlerinden olan babası Ferrittin Hacı’yı küçük
yaştayken kaybetti. Dört erkek ve iki kız kardeşiyle
beraber annesi Sekine Banu Hanımın terbiyesi altında
büyüdü. Sekine Banu Hanım ise 1863 yılında Hoten
bölgesinde bağımsız Hoten Hanlığını kurmuş olan
Abdürrahman Paşa’nın 2- göbekten torunudur. Hoten’de ilk
tahsilini yaparken 10 yaşında annesini kaybetti ve
amcasının himayesine girdi. 22 yaşında ise Karakaş
nahiyesindeki o devrin ünlü medreselerinde yüksek din
tahsilini Arap ve Fars dillerinde tamamladı. 1922-1930
yılları arasında Hoten ve Karakaş Nahiyelerinde Tefsir
ve Hadis konularında müderris olarak görev yaptı.
Yüksek ilmi ve hitabet yeteneğinden dolayı kısa
zamanda bölgede ün kazandı. Uygur Türklerince saygın ve
nüfuzlu din adamlarına verilen Hazretim unvanıyla anıldı.
Günümüze kadar Mehmet Emin Buğra Doğu Türkistan’da
Mehmet Emin Hazretim olarak yad ediliyor. Genç yaştayken
Arapça ve Farsça dillerinde şiirler yazmaya başlamıştı.
O dönemlerde Doğu Türkistan’da yeni gelişmeye başlayan
muasırlaşma faaliyetlerine aktif olarak katılmıştı.
Mehmet Emin Buğra genç Müderris ve talebeleri
örgütleyip vatanımız üzerindeki Çin Hakimiyetinin dehşet
verici zulüm ve baskılarına karşı çareler aradı. Çin
istilacılarının zulmü had safhada idi. Uygur Türkleri en
basit insan haklarından dahi mahrum edilmişlerdi.
Aslında çok mağdur durumda olan çiftçiler ve esnaflar
ağır vergilerden başka Çin ordusuna ve Çinli
yöneticilere “alvang-selik” adıyla harç ödemek
mecburiyetindeydiler. Bu haksızlığa karşı yükselen
sesler hemen kanlı bir şekilde susturuluyordu.
Bunları Mehmet Emin Buğra bir hatırasında şöyle
dile getiriyordu: “Sağımı solumu fark edecek bir idrake
sahip olduğumdan beri Çinli yöneticilerin halkıma
yaptıkları zulüm, haksızlık ve horlamalarını görüp
yüreğim sızlıyordu. Tecrübe ve maddi güç bakımından
yoksun ve bu konuda beni eğitecek kişinin olmayışı beni
daha da üzüyordu. Çin zulmüne karşı nefret hissi,
milletimin ve yurdumun haline olan endişem gittikçe
artıyordu. Bu duygunun etkisiyle milletimin tarihini
öğrenmek, dünya milletlerini eski ve yeni tarihi
hayatlarını öğrenip araştırmanın önemini kavramaya
başladım. Maalesef çevremde beni bu konularda
yetiştirecek kimse yoktu. Ancak kendi kendimi
yetiştirmek zorundaydım.”
Görüyoruz ki Mehmet Emin Buğra işe önce bilimsel
araştırma ile başlamıştır. Bunun için çevresindeki çok
kısıtlı imkanlardan başka Hoten’den sürekli Hindistan’a
gidip gelen tüccarlar ve hacılarla amcasının evinde
sohbet toplantıları düzenleyip bilgi topluyordu.
Elindeki kısıtlı imkanlarla dünyadaki gelişmeleri takip
etmeye çalışıyordu. Doğu Türkistan davasını doğru bir
şekilde devam ettirmemiz için kendi toplumumuzun
tarihini, sosyo ekonomik durumunu, dünyadaki gelişmeleri
iyi takip etmemiz öğrenmemiz gerekmektedir. Bugün Doğu
Türkistan davasını yürütürken yapılan yanlışlıkların
çoğu eskilerden ders almamak kendi halkımızı anlamamak,
dünyadaki gelişmeleri iyi takip etmemekten
kaynaklanmaktadır. Bugün dünyada teknoloji hızlı
gelişmekte, biz Uygur Türkleri olarak bu teknojik
niğmetlerden iyi yararlanmalı dünyadaki gelişmeleri iyi
takip etmek süratıyla davamızın verimini arttırmalıyız.
1930 yılının sonlarına doğru Hoten’de Mehmet Emin
Buğra önderliğinde Millî İnkılap Teşkilatı kuruldu. Ocak
1931’de Sabit Damollam Hindistan, Türkiye ve Hicaz
gezisinden çok önemli bilgi ve tecrübelerle dönmüştü.
Kendisi de adı geçen teşkilata katılmıştır.
Mehmet Emin Buğra önderliğindeki mücahitler,
tahminen bir yıl süren gizli faaliyetlerden sonra, 20
şubat 1932 tarihinde Karakaş Nahiyesinde Muvakkat Hotan
Hükümeti’nin teşkili kararlaştırdı. Hükümet reisi
Karakaş kadısı Mehmet Niyaz Alem, Sabit Damollam
başbakan ve Mehmet Emin Buğra Başkomutan olarak
seçilmişlerdir.
Silahlı ayaklanmanın önceden belirlenen tarihi
Çinliler tarafından fark edilince ayaklanma 22 şubat
1933 günü acele toplanan 60 mücahidin katılımıyla
Karakaş’tan başlatıldı. O gün Karakaş kurtarıldı. Kısa
bir süre içinde Mehmet Emin Buğra önderliğinde
Mücahitler, batıda Kaşgar’ın Yenihisar Nahiyesinden,
Doğuda Çin’in Dunhuang’a kadar olan bölgeyi Çin
istilasından kurtarıp hürriyete kavuşturdular.
12 Kasım 1934 tarihinde Kaşgar’da kurulan Doğu
Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin tesisine büyük
katkılarda bulundu. Yeni kurulan Cumhuriyete ekonomik ve
askeri alanlarda yardımlarda bulundu.
Döngenler’in ve Rus kuklası militarist Şing Şi
Say’ın saldırılarına yenik düşen Mehmet Emin Buğra 1934
yılında Hindistan’a hicret etti. Bu arada Hindistan ve
Afganistan’ın Doğu Türkistan’a sınırı olan Pamir ve
Vahan yörelerinde silahlı toparlanma ve yurda dönüş
faaliyetlerinde bulundu. Bununla Doğu Türkistan’ın
Afganistan ve Keşmir sınırlarına yakın olan dağlık
bölgelerdeki yörelerde gerilla savaşıyla toprağa sahip
olduktan sonra, dünya kamuoyunun dikkatini çekmek ve
yeniden Doğu Türkistan bağımsızlık mücadelesini
başlatmak için çalıştı.
Batı Türkistan’ı istila eden Ruslar ve
Hindistan’da alevlenmekte olan bağımsızlık hareketinden
çok tedirgin olan İngilizler sınır bölgelerindeki Mehmet
Emin Buğranın silahlı bağımsızlık hareketinden çok
endişeli idiler. Bu iki emperyalist devlet buna izin
verilmesinin durdurulması için baskı yapıyorlardı.
Mehmet Emin Buğra bölgedeki aktif faaliyetleri durdurdu
ve Afganistan’a sığınmak zorunda kaldı.
Afganistan’da 1942 yılına kadar mülteci hayatı
yaşarken hiçbir zaman köşeye çekilmemiştir. Aksine
mücadelesini kalemiyle başarılı bir surette devam
ettirmiştir. Dört senelik çileli yoğun çalışmalardan
sonra eşsiz eseri Şarki Türkistan Tarihi’ni milletine
bir armağan olarak bırakmıştır. Bu eser Doğu
Türkistan’ın gerçek tarihini öğrenmek açısından çok
önemlidir. Eserin yazılışından bu yana 60 yıla yakın bir
zaman olmasına rağmen, eseri önce Çin Milliyetçi
Hükümeti ve sonra Çin Komünist partisi kendi iktidarı
için bir tehlike olarak değerlendirerek , kitabın
girişini yasakladılar.
Mehmet Emin Buğra bağımsızlık mücadelesini daha
etkin bir şekilde sürdürebilmek için Afganistan’dan 1942
yılında Hindistan’a geldi.
Bu sefer, Çin’in Hindistan’daki konsolosu Çin
hükümetinin Mehmet Emin Buğranın Hindistan’da kalmasını
uygun görmediğini bildiriyor ve Çin’e gitmesine ısrar
ediyor. Mehmet Emin Buğra Çin’e gitmeyi ret edip
Pişaver’e döner dönmez tutuklanıp altı ay göz hapsine
alındı. Ancak Çin’e gitmek şartıyla 8 Ocak 1943’te
serbest bırakılmıştır. 1945 yılına kadar, Çin’in savaş
dönemi merkezi Chong Çing’de bulundu. Siyasi ve sosyal
teşkilatlarda Doğu Türkistan davasını anlattı. Orada
bulunduğu süre içersinde çok önemli çalışmalar yaptı.
1944 yılının sonu Mehmet Emin Buğra Doğu
Türkistan’a döndü. Doğu Türkistan’daki durum hiç de iç
açıcı değildi. Merkezi hükümet Doğu Türkistan’daki
baskısını gittikçe arttırıyordu. Bu durum karşısında, M.
Buğra, önce halkı, özellikle gençlerin millî şuur
kazandırmaya çalıştı. Çin’den dönen mücadele arkadaşı
İsa Yusuf Alptekin ile beraber Altay dergisinde ve Erk
gazetesinde makaleler yazdı.
Bugünkü duruma baktığımız zaman hiç de iç açıcı
değildir. Sadece Uygur Türkleri için değil bütün Türk
halkları için, özellikle bağımsızlığını yeni kavuşan
Türk Cunhuriyetleri ve diğer muhtar Cumhuriyetlerdeki
gençlere milli suur kazandırmak bugün daha da önem
kazanmıştır. 70 yıllık Rus istilası, 50 yıllık Çin
istilası şuursuz, milli duygularını kaybetmiş bir genç
nesil yetiştirmişlerdir. Biz mücadelemizi sağlam zemine
oturtabilmemiz için davanın dinamizmi olan gençlere
milli şuuru kazandırmalıyız. Milli şuuru kazandırmak
için de Mehmet Emin Buğranın yaptığı gibi gerçek tarih
ve edebiyat aracılığıyla yapmak gerekmektedir. Çin
istilacıları da Uygurları asimile etme politikasını
milli edebiyatı yok etme politikasıyla başlamışlardır.
Bilindiği üzere 1949’da Doğu Türkistan’daki Uygur
Edebiyatı büyük yaralar almıştır. 1978’e kadar Doğu
Türkistan’da belli ideolojiye dayalı, milli edebiyatı,
milli kültürü yok etme eğitimi uygulanmıştır. Milli
kültür, dini inanç ve milli edebiyat yok edilmeye
çalışılmıştır. Bu yaptırımlar karşısında kendi kültür,
örf ve adetlerine, milli edebiyatına sıkı sıkıya bağlı
olan Uygur Türkleri, günümüze kadar her alanda kendi
edebiyat ve kültürlerini korumak ve geliştirmek için
mücadele vermişlerdir.
1976 yılında Mao’un ölümünden ve Çin’de
uygulamaya konulan açıklık politikasından sonra, diğer
sahadaki yasakların kalkmasıyla, milli edebiyat
üzerindeki yasaklar da kısmen kalkmıştır. Eser yazması
yasaklanan, uzun yıllar hapsedilen ünlü yazarlardan
Abdurrehim Ötkür, Turgun Almas, Nim Şehit ve Zunun
Kadiri bu dönem yeni Uygur Edebiyatının önemli
yazarlarındandır. Doğu Türkistan’da milli şuurlanma
konusunda yazar ve şair Abdurrehim Ötkür’ün İz, Oygangan
Zemin (Uyanan Toprak) ve yüzlerce şiirinin önemi
büyüktür. Orta yaşlı yazarlarımızdan Ferhat Cilan’ın
Mahmut Kaşgari adlı romanı ve onlarca hikayesinin rölü
büyüktür.
M. Buğra 1951 senesinde Türkiye’ye geldi.
Türkiye’ye geldikten sonra da Doğu Türkistan davası için
aktif şekilde siyasi ve sosyal faaliyetlerde bulundu.
İstanbul’da kaldığı 1951-1954 yıllarında Türkistan
adlı bir dergi yayınlamıştır. Dergi adeta Türkistan’ın
her iki kanadının hürriyet mücadelesi organı
görünümündedir. Türk dünyasına hitap eden ilmi bir
dergidir. 1953 sonbaharında geçirdiği kalp krizi
dolayısıyla M. Buğranın uzunca bir süre yatağa bağlı
kalmasından dolayı derginin yayını durmuştur.
1953’te Ankara’ya taşınan M. Buğra artık T.C.
vatandaşıdır. 1956’da Ankara’da Türkistan’ın Sesi
adında aylık bir dergi yayınladığını görüyoruz. Doğu
Türkistan sözcülüğü ağır basıyor. M. Buğra aynı tarihte
The Voice of Turkistan adında üç aylık bir
İngilizce dergiyi de yayına sokmuştur.
Mehmet Emin Buğra bütün çalışmalarında
Türkistan’ın her iki kanadını göz önünde
bulundurmaktadır.
M. Buğra, Türkiye’ye geldiği sırada soğuk savaş
iyice kızışmıştı. Kore’de Çin ile Amerika çarpışıyordu.
Türkiye Kore’ye asker göndererek yeni oluşan bloklaşmada
batı safında yerini almıştı. M. Buğra bu ortamı şöyle
değerlendirmiştir:
“Bir yandan Doğu Türkistan’ın bağımsızlık hakkını,
sözde de olsa, teslim etmesi için Tayvan hükümeti baskı
altında tutulurken, diğer yandan Komünist Çin mahkumu
Doğu Türkistan ve Komünist Rusya mahkumu Batı Türkistan,
Kafkasya ve İdil-Ural halkları soğuk savaşta müşterek
düşmanlarına karşı güç birliği yapmalı. Çin ve Rus
emperyalizminin dünyayı kandırmasına seyirci kalınmamalı.
İleride Komünist rejimler çöktüğünde esir Türkler de söz
sahibi olabilmeli.”
M. Buğra, Türkiye’de yerleşik Batı Türkistanlı,
Kafkasyalı, İdil-Ural ve Azerbaycanlı liderlerle bu
amaçlar doğrultusunda işbirliği yaptı. Komünist rejimin
çöküceğini kesin olarak söylemektedir.
Böylece gelişen işbirliği sayesinde bir yandan Asya ve
Afrika’da konferanslara katıldı, değişik ülkelerde
temaslar yaptı. Çin ve Eski Sovyet rejimlerinin
yayılmacı, sömürgeci niteliğini gözler önüne sermeye
çalıştı.
M. Buğranın bütün hayatını inceleyecek olursak,
onun bir ileri görüşlü devlet adamı, politikacı, ulema,
tarihçi, yazar, şair ve eğitimci kişiliğiyle kutsal Doğu
Türkistan topraklarının 20-yüzyılda yetiştirdiği en
büyük liderlerden biri olduğunu anlıyoruz. Ancak bugün
Mehmet Emin Buğra halkımız tarafından tüm yönüyle
incelenip tanıtıldığı söylenenemez. Vatan ve Türklük
aşkıyla tutuşan bu büyük şahsiyeti bütün yönleriyle
inceleyerek genç kuşaklara tanıtmak bizim borcumuzdur.
M. Buğra’nın düşünceleri bugün kü mücadelemizde meşale
olarak yolumuzu aydınlatacaktır.
M. Buğra’nın yukarıda da bahsettiğimiz gibi
sadece dava adamı değil bir de edebî yönü de vardır.
Bunu onun 1983 ve 1984 yıllarında kızı Fatma Hanım
tarafından neşredilen Vatan Kaygısı adlı
şiir kitabıyla, Kutluk Türkan Operatı adlı
sahne eserine dayanarak söylüyoruz. Eserleri edebîlik
bakımından olsun, dil bakımından olsun yüksek seviyede
olduğunu görüyoruz. Konu itibarıyla da zengin bir
içeriğe sahiptir. Eserlerinde Uygur Edebiyatında yaygın
bir şekilde kullanılan Edebî vasıtaları ustalıkla
kullandığını görüyoruz.
Kitapta bulunan şiirleri şekil yönünden
inceleyecek olursak M. Buğra’nın divan Edebiyatı’nın
yanında halk edebiyatını da çok iyi bildiği
görülmektedir. M. Buğra’nın gazel, müseddes, muhammes
gibi divan şiir şekillerinde yazmış olduğu şiirleriyle
birlikte hece ölçüsüyle yazdığı Yurtum, Atamizning
Öz Ogli Biz ve Oygan Millet gibi
şiirlerin de bulunmaktadır. Ayrıca şiirlri içerik
bakımından vatan sevgisi, Türklük ve tarih içermektedir.
M. Buğra aynı zamanda bir opera yazarıdır.
1984’de neşredilen Kutluk-Türkan Opereti adlı sahne
eseri Buğra’nın Edebî yeteneğini ortaya koyan önemli
eserlerinden biridir. 7 perde 17 sahneden ibaret bu
tarihi operada 8. Yüzyılda kurulan Uygur devletinin
hakanı Yulug Hakanın oğlu Kutluk Tekin ile Kuça Hakanı
Kün han’ın kızı Türkan Terim’in aşkı ve bununla birlikte
Uygur devletinde ortaya çıkan karışıklıklar
yansıtılmaktadır.
M. Buğra bu tarihi operasında da vatan ve millet
sevgisini ifade etmekten vazgeçmemiştir. Örneğin 2-
Perdede yer alan bir şiirde şöyle denilmektedir:
Türk elining erlerimiz
Türkistandır yerlerimiz
Aksun kan terlerimiz
Menggü bolsun Türk eli
Yüzming yaşa ey hakan
Ulus bizning canımız
Yurt söymek imanimiz
Ulug Türklük yolida
Feda bolsun kanimiz
Menggü bolsun Türk eli
Yüzming yaşa ey hakan
Onun şiirlerinin konusunu belli başlı birkaç
maddeye toplayabiliriz:
1. Hayatı boyunca Doğu Türkistan’ın Türk toprağı
olduğunu savunan, o topraklarda yaşayan halkların bir
olduğunu Çinlilere anlatmak için çabalayan Buğra’nın
gerçek bir vatanperver olmakla birlikte koyu bir Türk
milliyetçisi olduğunu şiirlerinden de anlamak mümkündür.
Zaten vatanperverlik ile milliyetçilik birbirine sıkı
sıkıya bağlı ve birbirini tamamlayan kavramlardır.
Vatanını sevmeyen milletini sevmez, milletini sevmeyen
de vatanını sevmez. Buğranın bu yönü Yurt ve
Millet adlı şiirinde şöyle ifade etmektedir:
Akli bar bolgan öz yurtini can üstide
Tecrübe ehli tutar milletini canan üstide
Yurtuni söygen yaşar izzet iman üstide,
Milletini söymigen ölgey pişman üstide.
Aynı zamanda M. Buğra koyu bir Türk
milliyetçisidir. Bütün Türk boylarının dili bir, kültürü
bir, dini bir kardeş olduğunu birlik beraberlik içinde
emperyalizme karşı mücadele etmeye çağırmaktadır. Bu
husus onun Atamizning Öz Ogli Biz adlı
şiirinde ifade edilmektedir.
Bir ataning on ogli biz,
On oglining yüz ogli biz
Atamizning öz ogli biz,
Türk oglibiz Türk ogli biz.
Bir ajunga taralsakmu,
Keng illerge yayılsakmu,
Aymak aymak atalsakmu
Yine barçe Türk ogli biz
Başlanguçta bir törelduk,
Ötkünçlerde bille kelduk,
Bille yiglap bille külduk,
Ayrilmagan Türk ogli biz.
......................................
....................................
Bir ülkede alte oymak,
Biri yagdur, biri kaymak.
Barçe bir süt birdur ayak,
Nigizi bir Türk ogli biz.
Bir ulus biz her bir cayda,
Tüzde bolsak yaki tagda,
Solda bolsak yaki sagda,
Özgiriş yok Türk ogli biz.
Uygur, Kazak, Kırgız, Tacik,
Özbek, Tatar büyük birlik.
Bir bolgaçka kalur tirik,
Ayrilmayli Türk ogli biz.
Bunu Silkin adlı şiirinde de görüyoruz: Meselâ:
Men bir Türk men, ulusum Türk, aymakım Türk,
Ajun içre könglümdiki amrakim Türk.
Kaygu sevinç her işimde ortakım Türk,
Şanim Türklük ay yıldızlık bayrakim Türk.
2. Şair bütün şiirlerinde Doğu Türkistanlıları
birlik beraberliğe çağırmakta. Mücadelede başarmanın tek
yolunun birlik beraberlik sağlandığı zaman
gerçekleşeceğini söylemekte. Birlik olan toplumun hiçbir
zaman yok olmayacağını söylemekte. Bu husus onun
Toplan Millet adlı şiirinde şöyle ifade
edilmektedir:
Başımızda ulug Millet sevdası,
Can cigerler bu vatanning şeydasi.
Şiarimiz Erkinlikning davasi,
Milli birlik derdimizning devası.
Birlik birlen yürgen millet yokalmas,
Yürgen millet orta yolda hiç kalmas.
Yüreyli biz bizni kişi tosalmas,
Toplan millet togra yolda yüreyli.
3. M. Buğra şiirlerinde Doğu Türkistan’ın çok
eskiden beri Türk toprağı olduğunu, gelen göçmen
Çinlilerin geçici misafir olduğunu bir gün onların
gideceğini, vatanın eninde sonunda bizim olacağını
vurgulamakta. O şiirinde benzetmeyi ustalıkla
kullanmıştır. O Doğu Türkistanı bahçeye, orada yaşayan
Türk kökenli halkları bülbüle, Çinlileri ise karga,
kuzgun ve kediye benzetmekte. Bahçenin sahibi bülbüldür.
Karga kedilerin yeri burası değildir diyor. Bu konuyu
Vatan Bizningdur adlı şiirinde şöyle ifade
etmekte:
Yaşap kelduk minglarçe yil biz bu toprakta,
Can berduk biz, şan alduk biz uşbu toprakta.
Yaratilduk, hem kömülduk biz şu toprakta,
Ta kiyamet biz yaşaymiz hem bu toprakta.
Kelip tüşken kişilerni sanaymiz mehman,
Konup ötken kafileni ataymiz karvan.
Basip kirgen küçni deymiz heksiz elemen,
Öy igisi bolalmaslar yahşi ya yaman.
Kelgen ketär, biz kalurmiz veten bizningdur.
Karga kuzgun bag şehiga kelip konsimu,
Segizhanlar kekekleban uçup yürsimu,
İt möşükler sünggüçlerden ötüp kirsimu,
Bülbül bunga heyran bolup karap tursimu,
Bag bülbülningkidur hemde veten bizningdur.
Mehmet Emin Buğra siyasi bilince kavuştuğu ilk
gençlik yıllarından beri çok yoğun ve coşkulu yaşamına
dayanamayan kalbi 14 haziran 1965 öğle üzeri geçirdiği
üçüncü krizde duruverdi.
Netice itibarıyla, Mehmet emin Buğra, sahip olduğu pek
çok kişiliği, kabiliyetleriyle Türk dünyasının
yetiştirdiği nadir insanların biridir. Vefatının 36-
yılının tamamlandığı günümüzde bu büyük zatı saygıyla
anıyorum.
[2]
. Yunus Buğra, Mehmet Emin Buğra’nın Mücadele
Hayatı’ndan Örnekler, Doğu Türkistan’ın Sesi
derisi, İstanbul 1995, Sayı:46.
|